Sunday, February 20, 2011

Derinin Kraliçesi: Simay Bülbül


Şu sıralar en büyük problemim zamansızlık. Belki de kafamı meşgul eden birden çok gereksiz ayrıntı nedeniyle zamanımı doğru kullanamıyorum. Randevular, toplantılar, yapılacak işler… Bazen hepsi birbirine karışıyor. Genelde günlerim ya bir yere yetişmeye, ya da bir iş yetiştirmeye çalışarak geçiyor. Geçenlerde Nişantaşı’nda buluşmak üzere manken Ezgi Erdovan’la sözleştik. Ezgi ile buluştuktan sonra Simay Bülbül’le röportaj yapmak üzere Galata’ya gitmeyi planlıyordum. İkimiz de buluşma için geç kalınca röportaja birlikte gitmeye karar verdik. Osmanbey’den metroya binerek, Galata’ya ulaştık ama adres bulmamız tam bir maceraya dönüştü. En son sokakta bizi gören sucu şaşkın şaşkın adres ararken “Simay Bülbül’ü mü arıyorsunuz abla?!” diyerek bize seslendi. Sonrası malum. Sucunun peşine takılıp, soluğu tasarımcının butiğinde aldık…
Galata demişken, belirtmeden geçemeyeceğim: Galata, uzun yıllar boyunca rıhtımıyla ülkenin dış dünyaya açılan bir kapısı olmuş, tarihte denizcilerin uğrak noktalarından biri olarak yerini almıştır. Şimdilerde ise Serdar-ı Ekrem Caddesi’nde Simay Bülbül, Bihter Aida Pekin, Bahar Korçan, Arzu Kaprol, Tuba Benian gibi karakteristik tasarımlara imza atan ünlü tasarımcılarıyla İstanbul’un Dünya modasına açılan kapısı haline gelmiştir. Galata Bölgesi, tarihte ressamlara yazarlara, şairlere ve ressamlara ev sahipliği yapmıştır. Şimdilerde ise Türk modacılar, bu tarihi mekandan ilham alarak, kendi isimlerinden bir dünya markası yaratmaya çalışıyorlar. Deri  tasarımcısı Simay Bülbül’ün belirli kalıplar içerisine sokulamayan, zamansız tasarımları var. Bir kere kıyafetler sezonluk değil. Aldığınız bir kıyafeti aradan yıllar geçse de rahatlıkla kullanabilirsiniz. Simay Bülbül, tasarımlarıyla deriyi her sezon giyilebilir kıyafetlere dönüştürüyor…
Bu hafta ki röportaj konuğum Simay Bülbül ile hem deri tasarımının inceliklerini hem de tasarımcının başarı sırlarını konuştuk…

Röportaj: Nurhan Demirel

Kendinizden biraz bahseder misiniz? Nasıl başladınız tasarımcılığa?
Ben aslen İzmir’liyim. İzmir doğumluyum. Daha sonrasında İngilizce ve yurtdışı deneyimleriyle beraber İngiltere’ye gittim. İngiltere’de Moda Tasarım ve Moda Pazarlama üzerine 3 yıl süren eğitim aldım. Hollanda’da stajlarımı yaptım. Başka tasarımcıların yanında, en iyi firmalarda çalıştım. Daha sonra İzmir’e geri döndüm. İzmir serüveni tabii ki daha az sürdü çünkü herşey İstanbul’da olduğu için İstanbul’a geldim. 2003 yılında da Deri Tasarımı Yarışması’nda Türkiye birincisi oldum. Hem İzmir’den İstanbul’a gelmiş, hem de sektörel olarak  tekstil sektöründen deriye geçmiş oldum. 2003 yılından sonra deri sektöründe çalıştım. 5 seneden beri de kendi markamı, kendi firmam altında çalışıyorum. Simay Bülbül markası hem doğmuş oldu hem de hala yürüyor…

Benim özellikle ilgimi çeken moda tasarımcılığının yanı sıra moda pazarlaması konusunda eğitim almış olmanız… Tasarım yapmak önemli ama markalaşmak daha da önemli. Siz hangi düşünceyle moda pazarlaması konuunda eğitim almak istediniz? Aldığınız eğitimin size ne gibi faydaları oldu?
Moda tasarımı maalesef tek başına bir şey ifade etmiyor. Sektörel baktığımızda bizler ressam ya da heykeltraş değiliz. Yaptığımız bir şeyi bir yerde sergileyelim, satalım gibi bir durumumuz yok. Bizler markalaşmanın önemini kurumsal olmanın gerekliliğini ve bunu nasıl ticarete dönüştürürz konusunu Türkiye’de oturtmamız lazım yoksa daha çok sanatçı olarak kalıyoruz. Modanın tasarımla beraber pazarlama ile eş bir şekilde yürümesi gerektiğine çok inanıyorum. Bu yüzden İngiltere’de istediğim tek bir okul vardı. Eğitim programında Moda pazarlama olduğu için. Özellikle gidip, o okula başvurdum. Bu eğitimin çok faydasını gördüm. Daha sonra iş hayatına başladığımda da işin sadece tasarım tarafında kalmayıp, işin pazarlama tarafna da çok fazla eğilim gösterdiğim için şu anda kendi markamı kurarken bu konu da çok daha tecrübe kazanmış oldum. Çünkü her neolursa olsun bir moda tasarımcısı mesaisinin en az bölümünü maalesef tasarıma harcıyor. Aynı zamanda markamızın yönetimini üstleniyoruz. Şu bir gerçek ki pazarlama kısı, PR kısmı, tanıtım kısmı, işletme kısmı.. Bunların hepsi gerçekten mesaimizin büyük kısmını alan şeyler.. Markalaşmayı, kurumsallaşmayı çok iyi oturtmuş olmanız gerekiyor ki tasarladığınız elbiseyi tüketime ulaştırabilin. Bunu yapamadığınız sürece hiç bir anlamı yok. İsterseniz Dünya’nın en güzel elbisesini tasarlayın…

Siz markalaşmak için neler yaptınız? 
Türkiye’de bir moda tasarımcısı olarak markalaşmak, kendi markasını kurmak, kurumsallaşmak çok zor. Çünkü zaten moda kelimesi çok daha yeni oturdu Türkiye’de, daha yeni bilinçleniyor bu konuda. Ben mezun olduğum zaman çok az firmanın kendi bünyesinde koleksiyon yapan tasarımcı grupları vardı. O tasarımcılara baktığınız aman çok belli başlı, yıllardır ismini duyduğunuz, bildiğiniz saygı gösterdiğiniz 5-6 isim vardı. Onun dışında genç tasarımcı hiç fazla yoktu. Şimdi yavaş yavaş bu artık gelişiyor. Ben kendi markamda kurumsallığımı yaratırken tabii ki en alttan, en baştan kurduğum için yavaş yavaş, sindire sindire, gerçekten kendi sermayemle – o da çok önemli bir konu çünkü bu başarıların en büyük destekçisi sermaye, bütçelerdir. Onun dönem Moda Tasarımcıları Derneği’nin kurulmuş olması, Galatamoda’nın başlaması, bunun dışında benim Boyner’de başlıyor olmam… Bunların hepsi aslında zincir gibi birbirine bağlı ama sizin çok azimli ve çok güçlü, yılmadan durabiliyor olmanız lazım. Orijinal olup, o farkındalığı yaratabiliyor olmanız lazım. Ve onu özel bir şekilde güzel bir tepsiyle sunabiliyor ve işin mantığını da tasarımla buluşturabiliyor olmanız lazım. Ben bunların üstüne çok düştüm. her zaman için. Bu şekilde yavaş yavaş oluşum tamamlanmaya başladı.

Ağırlıklı olarak deri kıyafetler tasarladığınızı biliyorum. Sizin tasarladığınız deri kıyafetlerin özelliklerinden bahsedebilir misiniz?
Ben özellikle deri sektöründen geldiğim için derinin her türlü farklılığını biliyorum. Benim kullanmak istediğim deri, tarzıma yakın olmasıyla  çok daha natürel, üzerinde aspinsajı olan, daha mat renkler ve en büyük özelliği de aslında çok ince deri olması. Çünkü ben o deriyi o kadar yumuşak şekilde dokunuyorum. Tamamıyle besi hayvanı olarak Bildiğiniz kuzu derisi kullanıyorum. Özellikle kuzu derisini tercih ediyorum. Çok ince deri halinde kulllanıyorum.

Deriyi en çok hangi renklerde kullanıyorsunuz? Bu sezon için tasarladığınız kıyafetlerde  deriyi nasıl yorumladınız? 
Siyahlar, bejler, kahveler, griler, ekru rengi benim asla vazgeçemediğim ve olmazsa olmaz renkler. Ben bu sene bu renklerin içerisine kendi renklerimi ekliyorum. Bordolar olabilir. Lacivert olabilir. Çok flash renkler değil. Çok bağıran renkler değil. Daha benim kendi tonlarımı anlatan, haki tonları olabilir. Gül kurusu olabilir. Genele baktığınız zaman ben biraz renksiz bir tasarımcıyım. Çok rengi işleyen bir tasarımcı değilim. Daha ağır ve tok tonları seviyorum. Deriye baktığınız zaman her renkte deri tonları var. Civciv sarısından, fıstık yeşiline kadar…

Sizin tasarımlarınız bana eski çağlardan fırlamış kadınları anımsatıyor… Bana göre modası hiç geçmeyecek kıyafetler tasarlıyorsunuz… 
Her koleksiyonumda bir hikaye anlatıyorum. Genelde geçmişten gelen hikayeler. Daha mitolojik, daha felsefik… Çok fazla futuristk tarafına gitmeden, aralıklı o tarafta kalmaya çalıştığım için de genelde benim koleksiyonlarımda o havayı alırsınız.

Mitolojik hikayelerden bahsettik. Yeni koleksiyonuzda hangi mitolojik hikayeden yola çıktınız? 
Şu anki koleksiyonumuz kış koleksiyonu. Şaman kadınlarını anlatan bir koleksiyon. Şaman kadınları ile bir doğa kampında tanışmıştım. Benim için çok büyük bir tecrübeydi. Bunun üzerine bütü koleksiyon Şaman kadınları üzerine ilerledi. Böylelikle bütün koleksiyon o otantiklikte, Şaman kadını üzerinde yoğunlaşıyor. Sonraki koleksiyon yani yaz koleksiyonunda İzmirli bir büyücüyü yani Attardi Ana’yı anlatıyorum.

Kitabı vardı evet. Mara Meimaridi’nin izmir Büyücüleri. İzmirli bir büyü olan Attardi Ana anlatılıyordu… Yani aslında tüm kadınların içerisinde bir büyücü yok mu? Çünkü hepimiz seviyoruz entrika çevirmeyi… 
Herkesin içinde bir büyücü gücü var. Aslında hepimizin içinde bir aşk büyücüsü var. Çünkü Attardi Ana da bir aşk büyücüsü. Her kadın aslında kendini o kadının içinde bulabilir.

Yurt dışındaki çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz? Sonuçta yurt dışında eğitim aldınız ve çalıştınız. Markanızın tanıtımı için yurt dışında ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz? 
Türkiye’de uzun süredir  çalışmaya devam ettikten sonra şimdi yeni yeni yurt dışına açılmaya başladım. Çünkü yurt dışına açılmak çok büyük bir süreç. Geçen seneden itibaren yurt dışındaki fuarlara katılmaya başladım. Bu fuarlarla beraber yavaş yavaş ihracatımız artmaya başladı. Çok enteresan bir şekilde bu bölgede olmanın bile aslında yurt dışında tanıtım için çok güzel avantajları var. Turistler geliyor ve turist mesela Almanya’da bir butik sahibi, Almanya için sipariş alıyorum. Bununla beraber bu yıl yurt dışındaki iki fuara katılıyorum. Deri Tanıtım Grubu iki senedir beni destekliyor. Onun desteğiyle yurt dışına açılmaya başladık. Bu böylelikle yavaş yavaş ilerleyecek. Yurt dışı defilelerim başladı. İki tane yurt dışı defilesi yaptım. Şaman Kadınları koleksiyonuyla.

Galata Bölgesi’ne çoğunlukla turistler geliyor. Siz özellikle bu yüzden mi Galata’da olmayı tercih ettiniz ya da farklı bir nedeniniz mi vardı? 
Bu bölgeye turistlere özel bir bölge olduğu için gelmedim. Sadece turisitik bir bölge olması değil, ben Galata ruhunu çok sevdiğim için  ve tamamıyla yeni bir alışveriş bölgesi haline geliyor burası. Turistler kadar,  benim özel likit müşteri kitlem de buraya geliyor. Böylelikle bu bölge aslında çok daha farklılaşan, daha özel, daha sokak ruhu olan bir alışveriş bölgesi haline geliyor.

Genellikle modacılar Nişantaşı’nda olmayı tercih ediyordu ama moda trendi yavaş yavaş Galata’ya doğru kaymaya başlıyor sanki… 
Buraya gelen ünlü tasarımcılarımız var. Daha farklı bir dokuda gelişen ve farklılaşan bir bölge burası.

Etrafta ki insanlar ve esnaf bile bu değişime ayak uydurmuş… Biz sokakta şaşkın şaşkın sizin mağazanızı ararken sucu bize “Simay Bülbül’e mi bakmıştınız abla?” diye sordu ve sizin mağazanın kapısına kadar sucu eşliğinde geldik. 
Burada bir kaç isim var ağırlıklı olarak esnaf da bizi sorduklarında yönlendiriyorlar.  Burada güzel bir esnaflık arkadaşlığı var.
Daha fazla insanlarla bütünleşen bir moda.. 

Son bir kaç yıldır daha fazla moda etkinliği yapılıyor. Şimdi de İstanbul’un moda başkenti olması için çalışmalar yürütülüyor. Sizce İstanbul moda başkenti olabilir mi? İstanbul’un moda başkenti olabilmesi için neler yapılması gerekiyor? 

Daha yeni emeklemeye başlarken, koşa koşa atlamaktan bahsetmek gibi. İstanbul elbette moda başkenti olsun. Buna yürekten inanıyorum. Bu konuda bizlere düşen çok görevler var ama bir moda başkenti olabilmemiz için önümüzde daha çok yol var. Daha 3.- 4. moda haftalarımızı düzenliyoruz. Moda başkenti olan şehirlere baktığımız zaman 30.-40. yıllarını kutluyorlar. Billboard dergisi ya da bildiğimiz çok özel moda dergileri 20. yaşlarını kutlarken Billboard dergisi Türkiye’ye henüz yeni geldi. Bu yüzden daha çok yolumuz var. Türkiye’de gerçekten çok önemli cevherler var. Moda tasarımcıları olarak olsun, ediörlr olsun, fotoğrafçılar olsun, styling üzerin olsun… Styling kelimesi de Türkiye’ye yeni girdi. Modeller olsun. Aslında parlayan bir şehir İstanbul. Tüm Dünya’nın gözü İstanbul’a dönmüş durumda ancak daha moda başkenti olabilmemiz için uzun bir sürece ihtiyacımız var.

En büyük eskikliğimiz moda pazarlaması mı? 
Evet en büyük eksikliğimiz moda pazarlaması. Hala burada moda pazarlaması yok. Moda PR’ı yok. Bunlar daha çok yeni gelişen şeyler.
O zaman moda başkenti olabilmek için bu konularda da uzmanlaşmak gerekiyor…

Eski izlediğim mitolojik filmlere ve gözlemlerime dayanarak sizin tasarımlarınızda tercih ettiğiniz renklerin hiç modasının geçmediğini düşünüyorum. Sizin tasarımlarınız gelip  geçici bir moda akımına hizmet etmiyor, bugün de yarın da giyilebilecek kıyafetler tasarlıyorsunuz…
Ben zamansız olmayı seviyorum. Moda kelimesinin trendler başlığını sevmiyorum. Moda otoritesine kesinlikle inanıyorum fakat kendi koleksiyonlarımda çok fazla modanın etkisi altında kalmıyorum. Diyelim ki bu sene mavi renk moda ya da şöyle kıyafetler moda ben onlara göre yönlendirmiyorum kesinlikle ama daha zamansız, daha kişinin ruhuna özel kıyafetler tasarlamayı daha çok seviyorum. İnsanlar benim tasarımlarımı kendine yakışanı giydiği için, kendi rengini bulduğu için giyiyor. Böylelikle insanların dolabındaki kıyafetler daha uzun süreli ve daha kullanışlı oluyor. Kişi kendine hiç yakışmayan bir şeyi moda olduğu için satın aldığında ertesi sene o ürünü kullanamıyor.

Herkes kendine yakışanı mı giymeli?
Son zamanlarda bilinçli giyinme ve bilinçli tüketim daha ön plana çıkmaya başladı. Bütün dünyada ki ekonomik kriz buna çok büyük etken. Şimdi baktığımız zaman eskiden herkesin dolabında giymediği bir yüzlerce kıyafeti olurdu. Artık tüketici satın alırken daha emin, daha bilinçli tercihler yapıyor. Daha özel ürünler satın alıyor. Bu ürünler daha pahalı olabilir ama kişiye özel olması daha farklı oluyor. Bir elbiseden binlerce üretilip, her yerde o elbiseyi görmeniz değil de bir elbiseden 5 tane üretilmiş olduğunu bilmek, kişiye kendisini daha özel hissettiriyor.

Bilinçsiz tüketimi tetikleyen biraz da zamansız indirimler mi? 
Var evet. Tüketimin her noktasında bunların etkisi var. Ben bu zamansı indirimleri için eelimden geldiği kadarı ile girmiyorum. Ben bir tasarımcı olarak, farklı bir tüketiciyle buluşuyorum. Farklı bir tüketimi empoze etmeye çalışıyorum.  O yüzden ben çok geç indirime girerim. Sadece bazı dönemlerde promosyonlar olur, belirli indirim günleri olur mesela Galatamoda’ya özel bir anda %40 indirim yapacağız. Bunlar gibi mesela..

Fast fashion çalışan mağazalarda yeni koleksiyonunun çıkış tarihinde kısa bir süre sonra indirime giriliyor. Bu tüketicileri de aslında rahatsız eden bir durum…Kimse mağazalardan sezonunda alışveriş yapmak istemiyor.

İnsanlar hemen indirimi beklemeye başlıyorlar. Bu yüzden de sezondaki  etiket fiyatları tüketiciler için gerçekçi gelmemeye başlıyor…
Bu yüzden ben de malın değerini düşürmemek adına elimden geldiği kadar indirime çok geç giriyorum. Sezonu daha geç kapatmaya çalışıyorum çünkü öbür türlü fast food dediğimiz mağazalar gibi oluyorsunuz.

Siz tasarımlarınızda deri kullandığınız için zaten maliyetler açısından indirim yapma lüksünüz pek yok… 
Sezon başlarında %20’lerle başlayan indirimler, sezon sonunda %70’e kadar çıkıyor. Biz de ise sezon sonunda en fazla %50 indirim yapılmış olur. Dışarıda gördüğünüz %70-%80 oranında indirimleri bizim yapmamıza imkan yok.

Tasarımlarınızın fiyat aralığı ne düzeyde? 
Benim mağazama baktığınızda aksesuarlar da dahil olmak üzere 50 TL’den başlıyor, 700-800-900 TL’ye kadar ürünler var. Önümzdeki sezon yaz itibarı ile mağazamızda gece elbiseleri ve kokteyl elbiseleri de olacak. Onlar da en fazla 1000- 1500 TL arasında satılacak. Her kesimden isan bizden ürün satın alabilecek. Aynı zamanda daha rahat satılabilecek bir alt marka çıkarıyoruz. Herkesin ulaşabileceği, daha basic ürünler olacak. Bizde her kategoride herkese hitap ederek, satışlarımızı artırmış olacağız.

- Deri her sezon kullanılabilir -
Deri genellikle Sonbahar-Kış sezonunda ağırlıklı kullanılabiliyor. Yaz sezonunda da kullanılabilecek özellikli deri ürünleriniz var mı? Dört mevsim boyunca giyilebilecek deriler var mı? 
Ben deriyi zaten çok ince kullandığım için yazın da aynı incelikte deriyi kullanabiliyorum. Kışın da kullandığım deri genelde çok fazla soğuktan korunma amaçlı tasarımlar olmadığı için diğer mevsimlerde de kullanılabiliyor İç giyim dediğimiz elbiselere yönelik aynı incelikte derileri kullanabiliyorum. Sadece sezonlarda biraz kumaşlar değişiyor aslında. Kışın koleksiyonuna baktığınız zaman %60-%70 deri varken, yazın bu oran düşüyor. Mesela sadece bir elbisenin yakasında ya da bir t-shirtün yakasında bir detay oluyor.
Yaz ya da kış mutlaka tasarladığınız kıyafetlerde detay da olsa deri kullanıyorsunuz… 
Mutlaka. %100 her tasarımımda muhakkak bir deri var. Derinin olmadığı, sadece tekstilin olduğu hiç bir ürünüm yok. Bu güne kadar dernin olmadığı hiç bir ürün yapmadım.
Tasarımlarınızda Türk derisi kullanıyorsunuz. Türk derisinin özelliği nedir? 
Eskiden baktığınızda yurt dışında İtalya’ya gidiliyordu, deri fuarlarından örnekler alınıyordu… Fakat ben şu anda şöyle bir misyonla çalışıyorum: Türkiye’de gerçekten çok iyi tabakhaneler var. Çok iyi deri üreticileri var ve kaliteli deriler var. Zaten deri sektörü çok önemli bir sektör. Son senelerde de aynı şekilde Deri Tanıtım Grubu ile çalıştığım süreçte de derinin her branşını tanıtabilmek için Türk tasarımcısı olarak Türk derisini kullanmayı daha çok tercih ediyorum.  Bu iki altı çizili konuyu birbiriyle birleştirmeyi seviyorum. Ve gerçekten İtalya’dak birçok deri tabakhanesinden çok daha kaliteli üretim yapan deri üreticilerimiz var.
Deri daha önce tasarımcıların ürünlerine yansımadığı için sanırım çok tercih edilmiyordu…
Genelde ihracata yönelik üretim yapılıyordu. İç piyasada kullanılmadığı için deri şimdi yavaş yavaş bu değişiyor.
Kıyafet ve aksesuar tasarlarken nelere dikkat ediyorsunuz? 
Koleksiyonlarda deriyi kullanırken, üzerindeki pinsajı veyahut baskısı ile oynamayı çok fazla sevmiyorum çünkü doğallığını kaybettiriyor, daha kimyasal geliyor. Daha sonrasında deriyi işlemeyi çok seviyorum. Deride özellikle elişini çok seviyorum. Mesela geçen yaz sezonundaki koleksiyonumuz çok beğenildi. Deride makreme yaptık. İnce ince kesilip, deriler tek tek örüldü. Bu sezon dantel detaylar var. Deriyi dantel gibi gösterebiliyoruz. Ben deriyi işlemeyi,bu detaylarda işlemeyi seviyorum. Deride elişini seviyorum. Aksesuarından tutun, elbisesine kadar çok özel işlentilerle deri çok farklı olabiliyor.
Deri aksesuarlarınızın özellikleri nelerdir? Deride ne tür aksesuarlar yapıyorsunuz? 
Mağazadaki aksesuarlar genelde konuk tasarımcılara ait. Geçen yıl Ümit Aybek vardı takı tasarımcısı. Bu sene Umut Eker var. Deri aksesuar yaptığı için birlikte bir çalışmaya girdik. Ürün gamı olarak yüzükten- küpeye, kemerden-çantaya kadar herşey var.

Genç tasarımcıları da bu anlamda desteklemiş oluyorsunuz…
Çok genç olarak adlandırmayın çünkü onlar da benim dönemimden tasarımcılar. Benim altımdan hiç biri değil. Burada sadece güzel bir iş birliği var. Benim koleksiyonumda her zaman için bir aksesuar ihtiyacımız var. Ayakkabı, çanta ihtiyacımız var. Ben çok fazla ayakkabı ve çantaya girmiyorum. Koleksiyonunu beğendiğimiz tasarımcıları da kendi mağazamızda muhakkak ağırlıyoruz ve onların da ürünlerini satıyoruz.

Peki kıyafet tasarımın dışında farklı bir ürün tasarlamayı hiç düşündünüz mü? Bu anlamda farklı projeleriniz var mı? 
Tasarım adına şu anda kıyafet dışında çok fazla bir şey yok. Kıyafet çeşidini biraz geliştirdik. Abiye yaptık bu sene, alt marka ihtiyacımız çıktı ve alt markaya girdik. Bu şekilde ihracata ayrı, Galatamoda’ya ayrı üretim yapıyoruz. Mağaza ayrı bir üretim, defile ayrı bir üretim… Zaten yılı 2 sezona böldüğümüzde, 2 sezon kendi içinde 6 koleksiyona bölünüyor. O yüzden şu anda ağırlıklı olarak bunun üstüne yoğunlaştık. Onun dışında şu anda başka tasarladığımız bir şey direkt olarak yok ama koleksiyonlar diğer iş dallarıyla birlikte çalıştığı için fotoğraf olsun, grafik tasarım olsun… Bu alanlarla birlikte çalışıyorum. Kişisel olarak farklı bir tasarımım yok.
2010 İstanbul Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında Türkiye’yi temsil etmek üzere seçildim. Almanya’ya defileye gittik. Almanya’da “Şaman Kadınları” koleksiyonumuzu sunduk. Çok özel bir projeydi. Dünya’nın bir çok yerinden tasarımcılar ülkelerini temsilen geldi. Ben de Türkiye’yi temsilen orasaydım. Harika bir defile oldu.

Siz kendi defilelerinizi nasıl gerçekleştiriyorsunuz? 
Her koleksiyonun bir defilesi oluyor. Ben hiç bir defilemi bugüne kadar normal bir şekilde catwalk olarak yapmadım. Hiç bir zaman hikayemi arkamda unutmadım. Hikayemle birlikte catwalkumu ve defile performansımı yaptım ama performans öncesinde bütün aşamlarda hikayeyi hep organizasyona taşıdım. Davetiyesinden tutun, hediye kitine kadar özel olarak tasarlattım. Bizim bütün organizasyonlarımızın davtiyeleri özel olarak tasarlanır ve çoğu genelde elişidir. Hiç biri de klasik olarak kartona baskı değildir. O hikayeyi anlatacak bir malzeme kullanırız. Şaman Kadınları’nda tütsülükler dağıttık mesela… Attardi Ana’da büyücü olduğu için şişeye doldurulmuş, gerçekten bereket büyüleri dağıtıldı gibi… Dışardan bakıldığı zaman bu iş bir deli işi çünkü binlerce yapmak zorundasınız. Ama ben bunları seviyorum. Koleksiyonumda hikaye anlatmayı seviyorum. Sadece moda kelimesini anlatmak değil buradaki  başarı. O hikayeyi tüm sanat dallarıyla anlatabilmek… Video art olabilir, fotoğraf olabilir, catwalkundaki koreografisi olabilir, ışık enstelasyonları olabilir vs…
Kişiye özel yapılan tasarımlarda, koleksiyona özel hikayeler ve o hikayeyi anlatan davetiyeler… Bence çok hoş..
Ben öyle seviyorum en azından…

Sadece podyumda mankenlerin yürümesi bence elbiselerin ruhunu yansıtmıyor… 
Ben performans defilesi yapmayı daha çok sevdiğim için catwalktan ziyade bu tür defileler yapmayı tercih ediyorum.  Bu defileler benim için adeta bir şölen oluyor!

İstanbul Fashion Week organizasyonu ile ilgili düşüncelerinizden bahsedebilir misiniz?
İstanbul fashion week organizasyonu cok yeni ve gelismekte olan bir organizasyon. her gecen sene daha coktasarimcilarin katilmasiyla yutdisindan alicilarin artmasiyla dahada buyuyecegine inaniyorum.

Türkiye’nin moda ve tekstil dünyasına yön veren isimler bu organizasyon sayesinde tek bir çatı altında toplandı… Türkiye modasına ne gibi katkıları olacak, organizasyondan beklentileriniz nelerdir?
Türkiye modasındaki en önemli konu tasarimcıların ve sektörun aynı çatı altında toplanabilmesiydi. Türk markalarının moda kavramını geliştirmeleri, tasarımcılarin markalarla işbirlikleri en önemli ve geç kalınmış konulardan biriydi….
Bir moda haftasının en önemli konusu tasarımcılarıdır. Görsel showları, farklı sunumları ve koleksiyonları Türkiye’nin moda vizyonunu geliştirecek en önemli detaydır. Organizasyon her geçen sene çercevesini büyüterek, ilerlediği sürece ve yeni işbirlikleri doğurduğu sürece IFW olması gereken yere gelecektir. Ben bir deri tasarımcısı olarak Türk derisini tanıtan Deri Tanıtım Grubu ve yine moda sektöründeki önemli satış sitesi trendyol.com ile IFW kapsamında bir işbirligi sağladık ve defileme ana sponsor oldular. Bu tarzdaki destekler bir tasarımcının ilerliyebilmesi için aynı çatı altında olmak adına çok önemli adımlardır.

Siz organizasyon için nasıl bir hazırlık yaptınız? Çalışma sürecinizden kısaca bahsedebilir misiniz?
Organizasyon için çok uzun zamandır çalışıyoruz. Fotoğraf çekiminden sunumuna, davetiyesine, basın danışmanlığına kadar çok meşakatlı bir çalışma sürdürdük. Tüm konsepti bi arada özümseyebilmek ve sunabilmek adına çok önemli kişilerle çalıştım. Bu bir ekip işi ve ancak bu süreçte tüm ekibin doğru kişiler olması ve azimli bir çalışma sayesinde başarı elde edilebiliyor.
Organizasyon Santral İstanbul’da gerçekleşti, mekanı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Santral istanbul orijinal bir mekan. Yurtdışı için özellikle farklı bir ortam doğurdu ama kendi konumu dolayısıyla bir çok problemi de beraberinde getirdi. Park problemi olmasi gibi. Bunlar ufak konular gibi gözükse de bu tarzdaki büyük organizasyonlarda büyük tartışma konularını doğurabiliyor.







0 yorum: