Monday, February 28, 2011

O bir İstanbul hanımefendisi: Siren Ertan


Siren Ertan, bana masallardaki prensesleri anımsatıyor. Sanki kötü kalpli kraliçe her an tetikte, ona kötülük yapmayı kolluyor. Öyle naif ve kırılgan görünüyor ki… Bu görüntü kimseyi aldatmasın!.. Aslında O, gerçekten çok güçlü ve her kadının rol model alması gereken karakterde birisi. Özel hayatında mutluluğu yakalamış, kanserle savaşmış ve galip gelmiş, işinde çok başarılı olmuş bir kadın. O, her şeyden öte gerçek bir İstanbul hanımefendisi. Siren Ertan, İstanbul cemiyet hayatının en şık isimlerinden biri. Sadece güzel giyinmeyi değil, güzel giydirmeyi de seviyor. Siren Hanım’ın profesyonel tasarım macerası ise 7 yıl önce kurduğu “Siren Ertan İstanbul” markası ile başlıyor… Ve işte bu hafta ki röportaj konuğum Siren Ertan ve onun hakkında bilmedikleriniz…


Röportaj: Nurhan Demirel

İsminiz kulağa çok hoş geliyor. Anlamı nedir?
Siren; mitolojide deniz kızlarına verilen ad. Babam.St.Joseph’te okurken mitolojideki sirenlerle tanışıyor,önce çocukluğunda yalılarının önüne bağladığı küçük kayığına, sonra kızına, sonra yine teknesine Siren adını veriyor. Yani babamın deniz aşkı hala devam ediyor!..

Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? 
Ailemin anlattığı tüm hikayelerden güzel sanatlara ilgimin hep olduğu anlaşılıyor. Küçükken yerleri ojeyle boyar, evimizin duvarlarına ceylan resimleri çizermişim. Babama bir ‘keman’ için kan kusturmuşum… Zaten benim gibi kıyafetine ve bakımına öyle itinalı bir kızı olması çok sade olan babam için kabustu o yıllarda… Lise mezuniyet balosu için ise elbisemi kendim çizip, anneme ‘bunu istiyorum’ diye tutturmuştum… Daha sonraları üniversite tercihim de bu yönde oldu zaten..

Küçük bir kızken de giyinip, süslenmeyi sever miydiniz?Çocukluğumdan beri içimden geldiği gibi ve eğlenmek için giyinirim. Giyinmek bana aynanın karşısında resim yapmak gibi gelir. Eskiden her istediğimi bulamazdım ama artık kıyafetlerimin çoğunu kendim yaptığımdan böyle bir sorunum yok. Bir şeyler yaratan herkese hayranlık duyduğumdan, o tasarımcıyı yansıtan, uzun yıllar gardrobumda bulunmasından memnun olacağım ya da kendim yapmayacağım parçaları da satın alıyorum.

Tasarımcı olma serüveniniz nasıl başladı?İşe başlarken eğitime, zevke, yaratıcılığa, yeteneğe, sabra sahip olsam da atölyemde geçirdiğim 7 yıldan sonra en önemli şeye;tecrübeye sahip oldum. Aldığım tepkilerden rahatlıkla şunu söyleyebilirim; artık yeryüzündeki her kadının gardrobunda benden bir parça olmasını arzu edeceği bir noktadayım. Ben Güzel Sanatlar-Tekstil Tasarımı Bölümü’nde okudum ama sanat için okullu olmak şart değildir bence. Çünkü İbrahim Tatlıses ya da Sezen Aksu konservatuara gitmemişlerdir ama sanatçı olmadıklarını kim söyleyebilir!

İzmirlisiniz fakat markanızın ismi “Siren Ertan İstanbul” neden bu adı seçtiniz?İzmir’e bağlılığım olsa da,’İstanbul’ bana çok sevdiğim eşimi ve işimi veren şehir. Böylece ona borcumu ödüyorum…

Marka yaratma süreci nasıl gelişti? Başarınızın sırrı nedir?Benim için hayattaki en büyük başarı gittikçe daha iyi bir insan olmaktır. Böyle hatırlanmak isterim. Sanat olmasından gurur duyduğum ve tutku hissettiğim bir işim var. Ancak çok önemli bir iş yaptığımı da düşünmüyorum. Çünkü bir beyin cerrahı gibi bir hayatı kurtaramıyor,bir öğretmen gibi bir hayata yön vermiyorum… Onların yanında benim elimden gelen sadece bu kadar. Ama şu da bir gerçektir ki ‘iyi ve şık giyinmek’ hayatınızı hiç çaktırmadan etkiler. Yaptığım kıyafetlerle her zaman görmek istediğim elegan, zarif, güçlü kadını yaratmak ve olumlu anlamda onun hayatına dokunmanın hazzını yaşamak anlatılmaz!

Tasarımlarınızı oluştururken hangi sanat dallarından besleniyorsunuz?
Bir tasarımcı olarak ekstrem tasarımlarla kendimi tatmin etmeyi değil, öncelikle müşterimin kusurlarını kamufle edip, hayatında olabilecek en güzel ve en zarif haliyle göstermeyi, yani müşterimi mutlu etmeyi hedeflerim. Bu nedenle kişiye odaklanırım. İşimin bana verdiği en önemli şeyin; müşteri olarak gelip artık çok iyi dostum olan insanlar olduğunu düşünürüm hep. Kumaş-malzeme alımından model tavsiyesi ve çizimine, provalardan teslimatlara kadar her aşamayla bizzat ilgilendiğim için randevuyla çalışmayı tercih ediyorum. Vakti olmayan müşterilerimiz için hazır kıyafetler de hazırlayıp atölyemde bulunduruyoruz tabi ki…

Cemiyet hayatının en önde gelen kadınlarından birisiniz. Sizi her zaman çok şık kıyafetlerle görüyoruz. Kendi giyim stilinizi nasıl ifade ediyorsunuz?  Stil sahibi olmak isteyen kadınlara ne önerirsiniz? İşe nereden başlamalılar?Şıklık için öncelikle yerine göre giyinme becerisi ve zevk sahibi olmak önemlidir. Daha sonra ise ‘iyi giyinme’nin şifrelerini uygulamalısınız. Yani rengiyle, dokusuyla, kalıbıyla size en uygun, proporsyonlarınız göz önünde bulundurulmuş, kusurlarınızı örtüp güzel yanlarınızı ortaya çıkaran kıyafetler seçmelisiniz.

Davetlerin en şık ismi genelde siz oluyorsunuz. Kendi tarzınızı nasıl ifade edersiniz?İnsan kendi değerini kendi belirler,kendinize değer vermelisiniz. Kendinize has bir tarzınız olması da tüm dünyada takdir görür. Ama tarzınızın içinizden gelmesine dikkat etmelisiniz,çünkü en önemli noktası süreklilik göstermesidir…

İyi giyinmek için mutlaka marka kıyafetler mi tercih etmeliyiz?
Markalar hem tasarımcıların yaratıcılığını moda severlerle buluşturur, hem de moda sektöründe milyonlarca insana istihdam sağlar. Ancak marka ve moda giyinmenin, şık giyinmekle hiç bir alakası yoktur. Sadece demode olmamanızı sağlar. Sezon modasını körü körüne uygulamak yerine, içinden kendinize en yakışanları seçmenizi, ,hatta gardrobunuzdaki eski parçalarla kombinlemenizi tavsiye ederim.

En beğendiğiniz Türk modacılar kim?Kendi ‘haute couture’ atölyemi kurduktan sonra mesleğimin emektarlarına olan saygım daha da arttı. Çünkü bu meslek hayal edemeyeceğiniz kadar zor, meşakkatli… Böylesine bir fedakarlık ve sebat için ‘aşk’ şart. Ayrıca çoğulculuk şarttır ki her zevke hitap eden biri bulunabilsin ve daha çok kişiye iş imkanı sağlansın.

Sizi birçok sosyal sorumluluk çalışmasının içerisinde görüyoruz. Destek olduğunuz projeler hakkında bilgi verebilir misiniz?Küçükken politikacı olmak çok isterdim ancak sonraları fiziken ve ruhen uygun olmadığımı düşündüm. Bunun yerine sivil toplum kuruluşlarında çalışmayı ve sosyal sorumluluk projelerinde yer almayı seçtim. Dünyada yalnız yaşamıyorum, sorumluluğumun bilincindeyim. Bu şekilde de ülkeme faydam dokunuyorsa ne mutlu bana!

TEST: En iyi aile otomobili: Ford C-MAX


Geçtiğimiz hafta Ford’un davetlisi olarak Yeni Ford C-MAX ile tanışma organizasyonuna katıldım. Programımız sabah 09.00’da başladı. Ford görevlisi bizi evimizden C-MAX ile alıp, Serdar Bilgili’nin muhteşem oteli Ajia’ya götürdü. Kahvaltıyı otelde yaptık. Daha sonra Ford yetkilileri katılımcılara C-MAX araçlardaki yenilikleri ve kullanılan yeni teknolojileri anlattılar. Organizasyon kadınlara özel olarak düşünülmüş ve tanıtımlar ile araç özellikleri de kadın kullanıcılara yönelik hazırlanmıştı. Açıkçası markanın farklı hedef kitlelerle buluşması ve kendini anlatması son derece isabetli bir yaklaşım diyebilirim. Otomobil deyince akla genellikle erkekler geliyor fakat kadın sürücülerin sayısı hiç de azımsanacak gibi değil. Kadınlar araç kullanmasalar bile satınalma kararını etkiliyorlar. Erkekler otomobil satın alırken muhakkak ailesini de düşünerek seçimi yapıyor diyebilirim. Özellikle de çocuklu  ve kalabalık aileler için otomobil seçimi son derece önemli. Ford C-MAX aileler için düşünülmüş ve tasarlanmış bir otomobil. Test ettik, tavsiye ediyoruz.


Behlül’le Bihter’in yasak aşk yuvasına gittik
Toplantıda araç hakkında gerekli bilgileri aldıktan sonra Riva’ya doğru konvoy halinde yola çıktık. Bugün şansımıza güneşli bir hava vardı. Köylerden geçerek, Aşk-ı Memnu dizisinin çekildiği Behlül’le Bihter’in yasak aşk yuvasına yani meşhur “Taş Ev”e gittik. Riva’nın virajlı yollarda C-MAX’in yol tutuşunu da test etmiş olduk. Şehirin karmaşasından uzaklaşıp, köylerden geçerken aracın panoramik camından etrafı izlemek oldukça keyifliydi. Taş Ev’e var varmaz ilk işimiz evin yatak odasını ziyaret etmek oldu. Dizi bitti ama biz hala Aşk-ı Memnu hatıralarıyla yaşıyoruz desem yalan olmaz herhalde. Resmen dizinin tadı damağımızda kaldı….

Çikolata yapmayı öğrendim…
Organizasyon kadınlar düşünülerek yapıldığı için marka yetkilileri daha renkli bir program düşünmüşler ve programa çikolata yapımını da dahil etmişler. Uzun zamandır aklımda çikolata kursuna gitmek vardı. Böylelikle kursa gitmeden işin ustasından çikolata yapımını öğrenmiş oldum.  Coccolat pasta tasarım atölyesinin yetenekli çikolata ustası tarafından verilen eğitim sonunda Espresso Truffle ve Konyaklı Kuru Üzümlü Truffle hazırlamayı öğrendim. Akşam eve kendi yaptığım çikolatalarla döndüğümde kız kardeşim o çikolataların benim tarafımdan yapıldığına bir türlü inanamadı ve sürekli nerden satın aldığımı sorup durdu. En sonunda etkinlik fotoğrafları ile çikolataları kendimin yaptığına ikna edebildim…


Kim demiş kadınlar araba park edemez diye?!
Yeni C-MAX’in en sevdiğim özelliklerinden biri park yeri bulması ve sorunsuz bir şekilde arabayı park edebilmeniz. Açıkçası bu park meselesi erkek arkadaşım ve benim için çok ciddi bir mesele. Çoğunlukla kalabalık bir yere giderken arabayı nereye bırakacağımız ciddi sorun oluyor. Zaten İstanbul trafiğinde varış noktasına gelene kadar trafikte içimiz daralıyor bir de park yeri aramak ve aracı park etmeye çalışmak ciddi sorun oluyor. Mesela geçende Nişantaşı’nda bir röportaja gitmek üzere evden çıktık. Röportaj öncesi CITY’s de bir kahve içelim hem de MOS Kuaför’ün sahibi sevgili dostumuz Orhan Bademli’yi görürüz diye düşündük. Alışveriş merkezinin otoparkına girmek ayrı sorun oldu, otoparkta yer bulmak ise apayrı bir sorun… Yanlış hatırlamıyorsam alışveriş merkezinin otoparkı 11 katlı ve biz ancak 9 kat aşağıya inerek kendimize uygun bir park yeri bulabildik. Bulmakla sorun bitmedi tabi kocaman ciplerin arasına coupe bir arabayı park etmek, hele de alan darsa eğer biraz uğraştırıyor. Normal şartlarda benim arabadan inip, sesli navigasyon görevi yaparak aracın güvenilir bir şekilde park edilmesini sağlamam gerekiyor. Az sağ yap, biraz sol, hoooop dur!… İşte bütün bu uğraşlara artık gerek yok.  Yeni C-MAX sizin için uygun olan park yerini bulmakla kalmıyor, park etmeye de yardımcı oluyor. Araçta yer alan sensörler sayesinde C-MAX sizin için gerekli direksiyon manevralarını yapıyor; siz sadece frene ve gaza basıp, vites değiştiriyorsunuz. Hepsi bu kadar! Böylelikle elini yan koltuğa atıp, direksiyon manevraları ile park etmeye çabalamak da tarihe karışıyor. Kadınları bu konuda beceriksizlikle suçlamak da!…
VİDEO:

Arka kapılar raylı, rahatça açılıp kapanıyor
Araç kapıları kaldırım yükseklikleri de düşünülerek, rahat açılıp kapanacak şekilde raylı mekanizma ile tasarlanmış. Bu sayede küçük çocuklar  rahatça araca bindirilebiliyor ve aynı şekilde güvenli olarak araçtan inebiliyorlar. Sürgülü kapılar ayrıca otoparklardaki dar alanlara ve beton kolonlara  karşı da avantaj sağlıyor.
VİDEO: 

Hem güçlü hem de güvenli 

Hem yeni C-MAX hem de Grand C-MAX, geniş iç hacmi ve tasarımı ile hem kullanışlı hem de oldukça şık modeller. Bunun yanı sıra da segmentindeki diğer bir çok araçtan daha güvenli olduklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Güvenliğe özel olarak dikkat çekmek istiyorum. C-MAX Euro NCAP çarpışma testlerinden en yüksek puanı almış yani 5 yıldızlı bir otomobil.
Aracın çok güçlü gövde yapısının yanı sıra bir de Akıllı Koruma Sistemi sayesinde sürücü ve yolcuların güvenliği için maksimum düzeyde tedbirler alınmış. Araçlarda bireysel tek kademeli ön hava yastıkları, sürücü ve ön yolcu için 3 boyutlu yan göğüs hava yastıkları ve yanında bir ve ikinci koltuk sıraları için standart yan perde hava yastıkları bulunuyor.
Haber bültenlerinde her gün trafik aşırı hız nedeniyle yapılan kazaları izliyoruz. Bu kazaların çoğu ölümlü oluyor ya da sürücü ve yolcular çarpmanın etkisiyle araç içinde sıkışıyorlar. C-MAX’lerde yüksek hız nedeniyle oluşan kazalar için bir dizi önlem alınmış. Önden alınan darbelerde sürücüden uzaklaşarak yolcuların baş ve gövdesi üzerinde oluşan yükleri azaltan yatay hareketli direksiyon kolonu sayesinde sürücü güvenliği daha da artırılmış. Araç tasarlanırken yayalar da unutulmamış. Daha fazla yaya koruma sağlamak için araçların ön burun tasarımları da özenli bir mühendislik çalışması yapılmış. Buna bağlı olarak katlanabilir silecek sistemi ve ön camın tabanındaki darbelerin etkisini azaltmaya yarayan ‘yumuşak’ kaporta tasarımı geliştirilmiş.
VİDEO:
Çocuklar unutulmamış
Yeni C-MAX serisinde arka koltuk yolcu güvenliği tasarımın önemli bir unsuru. C-MAX ve Grand C-MAX’ta tüm koltuklar üç noktalı emniyet kemerleriyle donatılırken ikinci koltuk sırasının dışta bulunan iki koltuğunda her iki modelde de ISOFIX bağlantısı bulunuyor. Yedi koltuklu Grand C-MAX aynı zamanda ikinci veya üçüncü koltuk sırasındaki herhangi bir yolcunun emniyet kemerini düzgün takmaması halinde sürücüyü uyaran yeni özel Arka Koltuk Emniyet Kemeri İkazı Sistemi’ne sahip. Bu sistem, özellikle araçta çocuklar seyahat ederken oldukça yardımcı olabilir. Emniyet kemerlerinin takılı olmaması durumunda sürücü, hem sesli hem görsel uyarılarla ikaz ediliyor. Sistem, yolculuk sırasında emniyet kemerlerinden birinin açılması halinde de uyarı sinyalleri veriyor. Bu sayede arka koltuktaki afacanların güvenliğini rahatlıkla kontrol edebilirsiniz.
VİDEO:
Yakıtta cimri, çevreyi daha az kirletiyor
Yeni C-MAX araçlarda yepyeni 1.6 litre Ford EcoBoost motor kullanılmış. Bu motorlar ilk kez Ford’un C-MAX modellerinde kullanıldı. Peki nedir bu Ecoboost diyecek olursanız anlatayım…. Efendim Ecoboost motor, özellikleri sayesinde yüksek performansa karşın, %20 daha az yakıt tüketiyor. Ford Avrupa mühendislerince dünya çapında uygulama için geliştirilen yeni 1.6 litre motor, benzer  güç çıkışı olan geleneksel daha geniş hacimli benzinli motorlara kıyasla yüzde 20’ye kadar azaltılmış yakıt tüketimi ve CO2 salımları sunmak üzere en son güç aktarım sistemi teknolojilerini bünyesinde barındırıyor. 4 silindirli Ford EcoBoost güç aktarım sistemi; boyutu küçültülmüş, yüksek verimlilikli, düşük CO2 oranlı benzinli motorları ifade ediyor. Yani hem güçlü hem de daha çevreci yeni bir teknoloji diyebiliriz.
Eşya taşımak sorun olmaktan çıktı
Yapı marketlerin sayısının artmasıyla alışveriş alışkanlıklarımız da kökünden değişti. Artık yeni bir eşya ya da mobilya almak için çoğunlukla IKEA’nın yolunu tutuyoruz. Ev için alışveriş yaparken en büyük sorun satın aldığımız eşyaları taşımak. Bu yüzden eşya seçimini taşıyabileceğimiz ürünlerden yana yapıyoruz. Çoğu zaman satın almak istediğimiz eşyadan vazgeçip, rahat taşıyabileceğimiz eşyalara kafa yoruyoruz. Kendi arabamız varken gidip başka bir araç kiralayıp, eşya taşımak bana pek mantıklı gelmiyor. Neredeyse aldığımız eşya kadar nakliye ücreti ödemenin neresi mantıklı olabilir ki?!
VİDEO:
Alışveriş bitti ve diyelim ki satın aldığımız eşyaları arabaya sığdırdık. Peki biz nasıl sığacağız? Bir de bunu düşünmek gerekiyor. İşte C-MAX’in katlanabilir  koltukları burada devreye giriyor. Araba tıpkı bir puzzle gibi. İhtiyacınıza göre koltukları indirip, kaldırabiliyorsunuz. Böylelikle alışveriş sonrası eşya taşıma sıkıntısı da sona ermiş oluyor.

Thursday, February 24, 2011

Turkcell'den ev kadınlarına özel tarife


Geçtiğimiz gün Turkcell’den bir basın daveti aldım. Bu davet tam da operatörümü değiştirdiğim günlerde geldi. Ancak Tuba Benian’la moda çekimimiz olduğu için toplantıya katılamadım. Toplantı sonrası Turkcell’in iletişim ajansı tarafından gerekli bilgiler gönderildi. Turkcell, “Yaşasın Hanımlar Kulübü” ismiyle kadınlara özel bir servisi hayata geçirmiş. Bu servisle ev hanımları haftalık 5 TL ödeyerek, her gün sabah 8’den öğlen 12’ye kadar tüm Turkcell’lilerle konuşabileceklermiş…

O ÖdesinCell’le konuşmak bedava 
Benim tanıdığım ev kadınları bu tarz bir servise dahil olmaktansa, eşlerinin telefonuna çağrı bırakır, O ÖdesinCell yaparlar. Böylece telefon görüşmelerini bedavaya getirir, 5 kuruş bile ödemezler…
Ayrıca operatör değiştirme sırasında şunu farkettim ki Turkcell’liler diğer operatörlerde olduğu gibi kendi aralarında ücretsiz konuşamıyorlar.  Halbuki kendi aramızda ve sabit hatlarla ücretsiz konuşabilsek, başka operatörden hizmet alma ihtiyacı hissetmeyeceğiz…

Bildiğiniz üzere her hafta ürün testleri için ev kadınları ile biraraya geliyor, sohbet ediyorum. Onların satın alma alışkanlıklarını aşağı yukarı biliyorum. Bence bu paket ev kadınlarının ihtiyacını tam olarak karşılamıyor.
Bir kere tarife kapsamında sınırlı saatler içerisinde telefon görüşesi yapılabiliyor.
İkincisi ve en önemlisi ise diğer operatörler ve sabit hatları aramak istediğimizde ne yapacağız? Diğer operatörlerdeki kullanıcılarla rahat rahat konuşabilmemiz için onlarında mı ev hanımları tarifesine geçmesi gerekecek?

Kadınlara sorulmalıydı….Kadınları önemseyen markaları ben de önemsiyorum. Turkcell’in ev kadınlarına özel bir tarife hazırlaması da fikir olarak gayet hoş. Ancak  bu tarife hazırlanırken ev kadınlarının ihtiyaçlarını belirleyebilmek için onların da görüşüne başvurulmalıydı. Turkcell yetkilileri bu tarife ile ilgili olarak biz kadın editörlerin de görüşünü almak istese seve seve kendilerine yardımcı olabilirdik.
Yaşasın Hanımlar Kulübü’ne üye olmanın hiç bir avantajı yok
Turkcell, hanımlara özel tarifenin yanı sıra bazı markalardan da indirimli alışveriş olanağı sunuyor. Mesela Golden Rose kozmetik ürünlerinde %60’aGüral Porselen’de %40’a varan ve Linens’ten %10 indirim, B-fit spor merkezlerinden 2 aylık üyeliğe 1 ay, 4 aylık üyeliğe 2 ay, ücretsiz üyelik kazanıyor. Bunların yanı sıra Mart ayı itibarı ile Migros’ta çeşitli ürünlerde indirim ve Ariel’de desürpriz fırsatlar Yaşasın Hanımlar Kulübü üyelerine sunulacak.
Peki Yaşasın Hanımlar Kulübü’ne üye olmak için bunlar yeterli mi?
Asla?!
Nedenine gelince…
Çünkü biz kadınız. Ve bu kadarı bizim için yeterli değil.
Zaten “Private Shopping” kavramı hayatımıza girdiğinden beri kampanya beğenmiyoruz. Nasıl olsa bir çok hizmeti ve indirimi özel alışveriş kulüpleri ile şehre özel fırsatlar sunan siteler bizlere sunuyor…

Kadınları anlamak…
Geçenlerde yaşadığım bir olayı aynen aktarıyorum…
Nişantaşı’ndan toplantıdan çıkıp, Beşiktaş’a kadar yürüdüm ve vapura bindim. Karşıma iki tane yaşlı kadın oturdu ve konuşmaya başladılar. Ben de yapacak başka bir şeyim olmadığı için onları dinlemeye koyuldum. Günün değerlendirmesini yaptıktan sonra konu alışverişe geldi. Kadınlardan birisi üzerindeki montu göstererek, bunu falanca siteden aldım dedi. Diğeri ise ayakkabılarını gösterip, ben de şu siteden bu ayakkbıları aldım “çok güzeller değil mi? diye arkadaşına sordu.  Yan koltuktaki genç kız da heyecanla sohbete dahil olarak, geçen ay şehir fırsatları sitesinin birinden masaj satın aldığını ve çok memnun kaldığını ekledi. Sessizce ve hayretler içerisinde konuşulanları dinledim ve içimden şöyle geçirdim: “Reklamlarda görsem bu mizansene inanmam!” 
Kadınları anlamak isteyen şirketler okusun, bizleri daha iyi anlasın diye bu olayı anlattım.
Umarım yardımcı olabilmişimdir!

Monday, February 21, 2011

TEST: En iyi ütü hangisi?


Bütün çabalarıma rağmen bir türlü ev işlerini sevemiyorum. Ancak şu sıralar ütü yapmayı angarya ev işlerinin dışında tutuyorum. Bu aralar en sevdiğim ev işi ütü yapmak. Soğuk kış günlerinde insan ütü yaparken ısınıyor. Bu yüzden ütü yapmak benim için eziyet olmaktan çıktı, adeta bir keyfe dönüştü diyebilirim. Saatlerce yorulmadan, üşenmeden ütü yapabilirim. Ütü yaparken en çok ütünün yoğun buhar çıkarmasından hoşlanıyorum. Hatta kışın soğuğundan kuruyan cildimi, arada ütü buharıyla nemlendirdiğimi bile söyleyebilirim. Bu hafta Homend’in Digimotion 1104 model ütüsünü test ediyorum. Ütüde ilk dikkat ettiğim ütünün tabanı ve digital menüsü oldu. Diğer ürün testlerimde olduğu gibi gene pek  çok kişinin görüşüne başvurdum. Ütü seçerken özellikle ütünün tabanı satın almayı etkileyen başlıca faktörlerden birisi diyebilirim. Benim test ettiğim Homend ütünün tabanı CeraSOL seramik ile kaplanmış. Aşınmaya ve yüksek ısıya  karşı dayanıklı olan ütü tabanına yaklaşık 30 yıl ömür biçiliyor. Ütü tabanı kumaş üzerinde kayarak hareket ediyor ve kırışıklıklar rahatça açılıyor…

Ütüyü fişte unutmak artık sorun değil
Kıyafetlerden ziyade en çok çarşaf ve iç çamaşırları ütülüyorum. Klasik kıyafetleri pek tercih etmediğim için kıyafetlerim pek ütü istemiyor. Bazen acil toplantılarım çıkıyor ve apar topar dolaptan kıyafet seçip, ütülüyorum. Genelde kıyafetlerim temiz ve katlı olduğu için giyeceğim kıyafet pek sorun olmuyor ama kıyafetler katlı olduğundan kat izini ütülemek zamanımı alıyor. En büyük korkum toplantıya geç kalma telaşı ile ütüyü fişte unutmak. Böyle durumlarda toplantılara konsantre olamıyorum. Acaba ütüyü fişte mi unuttum diye toplantı boyunca kendi kendimi yiyip bitiriyorum. Homend bu durumu da düşünmüş:  Auto shut off teknolojisi ile  ütünüzü kapatmayı unuttuğunuz durumlarda, ütünüz kendi kendini otomotik olarak kapatıyor. Böylelikle aceleyle evden çıktığınızda gözünüz arkada kalmıyor.

Su akıtmıyor, kırışıklıkları rahatça açıyor
Ütünün en sevdiğim diğer özelliği ise digital ekranı. Türkçe digital ekranda hangi kumaşı ütüleyeceksiniz ona göre seçim yapıyorsunuz ve ütü ütülenecek kumaşın özelliklerine göre kendi ayarını kendisi yapıyor. En ince kumaşlardan, en kalın kumaşlara kadar her şeyi ütünün güçlü buhar özelliği sayesinde rahatlıkla ütüleyebiliyorsunuz. Burundan özel buhar sayesinde sert ve açılmayan kumaşları ütülemek daha da kolaylaşıyor. Ütünün güçlü buhar özellği dışında anti-drip teknolojisi tabanın sıcaklığı buhar vermeye uygun hale gelene kadar, tabana su verilmesini engelliyor ve bu sayede ütü su akıtmıyor.

Ütüde kireçlenme problemi sona eriyor
Çamaşır makineniz kireçlenir de ütünüz kireçlenmez mi? Elbette kireçli su ütülere de zarar veriyor ve kireçlenmeye neden oluyor. Ütü için Calgon olmadığından, bu sorunu bazı ev hanımları ütünün içine limon tuzu koyarak çözmeye çalışıyor. Homend ütülerde ise anti-calc sistemi sayesinde, buhar veren gözeneklerin kireçli su yüzünden tıkanması engelleniyor. Bu sayede ütünün kullanma ömrü de uzuyor.

Kendi temizliğini kendisi yapıyor
Çelik tabanlı ütülerde genelde yüksek ısı nedeniyle zaman zaman narin kumaşlar ütünün tabanına yapışabiliyor. Bu gibi durumlarda yanan kıyafetlerime mi yanayım, yoksa ütünün altını mı temizlemeliyim bilemiyorum. Her ikisini birden yapmak imkansız olduğu için önce ütünün tabanını temizlemeyi tercih ediyorum. Ütü sıcakken altını ıslak kumaşla temizlemek daha kolay oluyor. Homend ütülerde ise selfclean özelliği ile tek düğmeyle taban temizliği yapılabiliyor.

Homend Digimotion 1104 Teknik Özellikler:
  • 2400 W
  • 101 delikli CeraSOL Seramik taban
  • Dijital ekran
  • Otomatik kapanma
  • Anti-calc (anti kireç ) sistemi
  • Anti-drip (damlama önleyici)
  • Güçlü buhar
  • Dikey ütüleme
  • Self-clean (Kendi kendini temizleme) sistemi
  • Su bitti uyarısı
  • Işıklı su tankı
  • 320 ml su tankı
  • Yumuşak dokulu tutma kolu
  • 3 m kablo
Her ürün testinde yaptığım gibi farklı meslek gruplarından bir çok kişiye hangi marka ütüyü kullandıklarını sordum. İşte cevaplar…

Handan Hanım (Restoran İşletmecisi): Tefal marka ütü kullanıyorum. Önceki kullandığım ütü Rowenta idi. Her Türk kadını gibi ütü yapmaktan pek hoşlandığım söylenemez ama mecbur olduğum için yapmak zorundayım. Bir ütüde aradığım şey ütünün tabanının teflon olması, yüksek ısıya dayanıklı olması, ütü yaparken kırışıklıkları rahatça açması… Aslında çok fazla ütü yapmadığım için bu soruyu ütü yapmayı seven birine sormanızı tavsiye ederim. Mesela erkekler bu konuda çok daha hassas ve titizler. Komşumun kocası 6 ayda bir ütü değiştirir mesela. Üstünden çıkardığı kıyafetleri bile ütülüyor ve dolaba asıyor. Hatta cebindeki paraları bile ütülüyor! Erkekler ütü konusunda bizden daha dikkatli ve hassaslar. Kadınlar ütü yapmayı sevmediği için çoğu zaman erkekler kadınlara güvenmeyip, kedi ütülerini kendilerinin yaptığına bir çok kez şahit oldum.

Emine Hanım (Ev Hanımı) : Valla ben Arzum marka ütü kullanıyorum. Bir ütü sapığı olarak gayette memnunum canım.

Özge Hanım (Grafiker): Tefal kullanıyoruz. Sadece ütünün altı tüylenince içine limon tuzu atıyoruz. Zorunluluk dışında ütü ile başka maceram olmadı. Ütü yapmayı sevmiyorum ama mecburen yaparım. Perde bile ütülerim. Ara sıra elim ütünün kızgın tabanına değiyor ve canım acıyor. Bu yüzden ütü yapmaktan hiç hoşlanmıyorum.

Sertan Bey (Broker) : Ütü yapmayı sevmiyorum. Zorunlu hallerde ütü yaparım. Genelde sıkışmadıkça ütü yapmam. Philips kullanıyoruz evde. Bekar bir erkek olduğum için dış görünüm benim için çok önemli bu yüzden kıyafetlerimin ütülü olmasına dikkat ederim. Kendim ütü yapmak zorunda kalırsam eğer çabuk ısınan ve pratik ürün tercih ederim.

Hakan Bey (Dekoratör): Yengemin tavsiyesi ile Tefal ütü aldım, onu kullanıyorum. Burcu yengem beyaz eşya mağazasında muhasebeci olarak çalışıyordu. Ben bütün eşyalarımı ondan satın aldım. Marka model seçimini yengem yaptı. Evde en sevdiğim iş ütü yapmak. Çok fena ütü yaparım. Ütü yapmaktan zevk alıyorum. Ütülenecek çamaşırları hafta sonuna kadar biriktirip, tatil gnümde ütü yaparım. Ütü yaparken gömlek kolları çok önemli: Çift ütü olmayacak. Kazaklarımı da ütülerim. Kumaş pantolon giymiyorum, ütüsü daha zor oluyor. Kanvas tipi pantolon giyiyorum, ütü gerektirmiyor. Genelde gömleklerimi ütülerim. Perdeleri ve çarşafları da ablam ya da yengem ütülüyor. Ütü konusunda titizim ama evdeki örtüleri ütülemeyi sevmiyorum.

Nazlı abla (Eski Komşum): Geçen sene kızım Reyhan bana Anneler Günü’nde Philips marka ütü hediye almıştı onu kulanıyorum. Ütümden memnun kaldım. Ütü yapmak için çeşmeden de su koyulabiliyor ama ben kaynamı-soğumuş su kullanmayı tercih ediyorum. Böylece ütümde kireçlenme olmuyor. Ütü yaparken kumaşlara göre ayar yapıyorum. Eşimin giyim mağazası olduğu için dış görüüşüne çok önem veriyor. Ütüsüz gömlek ve pantolon giymez. Eşim geelde kumaş pantolon giyiyor. Eşimin kıyafetlerini haftada bir kez ütülerim. Yaz mevsiminde daha çok ütü yaparım. Hatta şimdi ütüler beni bekliyor…
Başörümü ve bluzlarımı muhakkak ütülerim. Çarşaflarımı ütülemeden kullanmam. Perdelerimi de ütülemeden ıslak asıyorum. Zaten makineden yarı kurumuş çıkıyor. Açıkçası perde kumaşlarını ütüye alıştırmak istemedim. Zaten diğer ütüleri yaparken çok yoruluyorum. Bir de perdelerle uğraşmak istemiyorum. Perdeci de zaten ütü yapmamamı tavsiye etmişti. Zaten ütü yaptıkça perdeler sararıyor… Bu yüzden de perdelere ütü yapmayı tercih etmiyorum.
Ütü yaparken çift çigi olmasına çok sinir oluyorum. Kızlarıma da ütü yapmayı öğretirken çift çizgi yapmamaları için özellikle uyardım. Kızlarım da benim gibi titizdir ve çok ütü yaparlar. Çocuklarının ve kocalarının kıyafetlerini hep ütülerler. Özellikle büyük kızımın kocası ütü konusunda çok hassastır.
Ütüde dikkat ettiğim bir diğer özellik ise ütümün kırışıklıları açma özelliği. Pamuklular özellikle çok kırışıyor ve kırışıklıkları açmak da zor oluyor. Özellikle dantelleri ütülerken çok zorlanıyorum. Kırışıklık çok olmasın diye dantelleri yıkarken yumuşatıcı kullanıyorum ve maximum ayarda dantelleri ütülüyorum. Masa örtülerimi de düzenli olarak ütülüyorum.
Ütü alırken özellkle sabit kulplu olmasına ve ütünün sapınının rahat kavranabiliyor oluşuna dikkat ediyorum. Bir de ütünün tutma yerinin arkasında boşluk olmamasını tercih ederim. Ütünün tasarımı ve kullanışlı olması benm için çok önemli. Ütüde özellikle kaliteli ürün kullanmaya dikkat ediyorum. Pahalı da olsa eğer iyi bir ürün olduğunu düşünüyorsam parayı gözüm görmez. Nasıl olsa kredi kartını kocam ödüyor…

Ersan Bey (İletişim Uzmanı): Sevgili Nurhan Hanım, elbette ütü yapmak kadınlar için zor olduğu kadar biz erkekler için de çekilmez bir durum. Ben şahsen evde perde asma ve ütü yapma dışında tüm işlerde varımdır. Ancak ütü denilince tüylerim diken diken oluyor… Elbette yapmak zorunda kaldığımız zamanlar da oluyor ama inanın o anda biri gelse, ben yaparım dese herhalde eline helalinden 100 lira sıkıştırırım. Mecbur kaldığımda 1 parça ütülüyorum. Daha geçen gün evdeki tüm kotlarım aynı anda yıkanmış ve tabii ki hepsi ütüsüzdü. Tam evden çıkmak üzereyken bunu fark etmek ve ütülemek zorunda kalmak çok kötüydü… Ütü yaparken  beni en çok zorlayan penye t-şörtler. Zira ütünün buharıyla nemlenip, deforme oluyorlar ve sağı solu ayrı yamuluyor. Takım elbiseyi zaten kuru temizlemeye veriyom. Gömlek-pantolon no problem zaten. Eşim de ben de çalışan insanlar olduğumuz için özel vakit ayırıp ütü yapabildiğimizden, toplu ütü yapabilmek için ev tipi buhar kazanlı ütü kullanıyoruz. İlave olarak acil ve hızlı ütü yapabilmek için küçük, basit ikinci ütümüz var. Kullanığımız ütülerin markalarını hatırlamıyorum.

Tuncay Bey (Fotoğrafçı): Tefal GV5150 easycord kullanıyorum. Açıkçası ütülenecek şeyleri giymekten oldukça kaçınıyorum ama resmi günlerde giyelecek kıyafetleri ütülemek için en güzel yerde tutuyorum ütümü. Neden bu ütü peki? Ütü yapmayı sevmem amma velakin ütü kazanı olması alma sebeplerimden birisiydi. Seramik tabanı da bir diğer güzel yanı ama asıl sebep kablolarının ütüden uzak duruyor oluşu ve kolayca toparlanıyor oluşu. Dediğim gibi ütüden nefret ederim ama bir de işin içine kabloların girdiğini düşünsene? Tam bir cehennem!
Bir de dikey ütülemesi de var, eğer acelem varsa hiç ütü masasını kurmuyorum bile. Askıyla dolabıma asıyorum ve ütülemeye devam…Hani dolabın kapağına düz ve dik bir zemin yeterli. Lise dönemlerimde daha içli dışlıydım ütüyle. O dönemlerde çok sevdiğim bir t-shirtümü az da olsa yakmıştım ancak siyahtı ve ben renk farkını dışarıya çıkana kadar farketmemiştim… Tam bir fiyaskoydu!

Mesut Bey (Gazeteci): Philips marka ütü kullanıyorum. Philips ile eskiye dayanan bir bağımız var. Ben Philips ile çalışıyordum bir zaman, reklamcısıydım. Ütü yaparken kıyafeti yakmamaya dikkat ediyorum. Bu konu da epey sicilim kabarık…. Hızlı bitsin diye çok ısıtırsan tabi yakarsın kıyafetleri… Gazeteciliğe yeni başlamıştım. Müdür: “Git üstüne doğru dürüst kıyafetler al!” dedi. Borç parayla yeni takım elbise aldım. Gazetenin misafir hanesinde kalıyorum. Ütü buldum ama ütü bezi bulamadım. Ben de gazeteyle ütüleyim dedim. Meğer kumaş sentetikmiş. Ben de 20’li yaşlardayım zaten. Acemi yani… Gazete öylece yapıştı pantolona…

Ebru Hanım (İletişim Danışmanı): Çevremde Tefal marka ütü kullanılıyor. En iyisi o dediler, ben de onu aldım ama çok memnun değilim. Bir türlü istediğim ütüyü de bulamadım… Çok su akıtıyor, düzgün ütülemiyor. Su akıtmayan, ütülediğim zaman bir seferde düzleştiren, tutuşu kolay bir ütü istiyorum.

Nevruz Hanım(Ev Hanımı) : Ben ev temizliği yapmayı hiç sevmem. Dağınık bir insan değilim, aksine çok düzeni severim ama temizlik yaparken ütü yaptığım gibi keyif almam.. Ütüyü çok severek yapıyorum…. Ütü yaparken beni hiç bir kıyafet zorlamaz… Elbette gömlekleri ütülemek diğerlerine göre daha zor. Nevresim çarşaf ütülemek daha kolay. Ütünün en önemli özelliği iyi buhar vermesidir benim için. Genelde takım elbiseleri kuru temizlemeye veririm. Delonghi marka ütü kullanıyorum, çok da memnunum. Tercih etme sebebim ise bu markanın ütüsünün buhar tankının daha iyi nem veriyor olması…

Nuran Hanım (Ev Hanımı): Henüz yeni Tefal ütü aldım. Daha önce de Tefal kullanıyordum. Ütü yere düşüp, bozulunca gene Tefa ütü satın aldım.  Eşim bazen ütülediğim kıyafetleri beğenmeyip, ne biçim ütüledin diye hesap sorar. Bu yüzden ütüyü yeniledik. Perde, tül, giyeceklerimiz, iç çamaşırlarımızı hep ütülerim… Çoğunlukla eşimin kıyafetlerini ütülerim. Eşim İETT şöförü. Gömlek yakalarının çok düzgün olması lazım. Ütü yaparken ütünün altının yapışmamasına özellikle dikkat ediyorum. Önceki ütüm son zamanlarda kumaşa yapışmaya başlamıştı ama şimdiki ütümün altı yapışmıyor. Genel olarak ütümden memununum, bütün kırışıklıkları açıyor.

Yıldız Hanım (Ev Hanımı): King marka ütü kullanıyorum, hiç memnun değilim. Isı ayarı kendiliğinden çok yükseliyor ve bazen de aniden düşüyor. Ütülediğim gömlekleri hep yaktım. Kocama aldığım yeni gömleklerin hepsi yandı. Isı düştüğünde de kırışıklıklar açılmıyor. Bu yüzden yeni kazanlı ütülerden satın almak istiyorum. O ütülerle daha kısa zamanda ve hızlı ütü yapabiliyor ve hem zamandan hem de elektirk faturasından kar elde edebiliyorsunuz.

Melek Hanım (Ev hanımı): Arçelik’ten ütü aldım ama ütüyü kullanamıyorum. Ütü ütülemiyor, kumaşa yapışıyor ve kumaşı büzüyor. Ütüyü teknik servise götürdüm ama ütümün çalıştığını, hiç bir sorunun olmadığını söylediler. Ütü çalışıyor çalışmasına ama tabanı kaymıyor ve ütü yapamıyorum. Derdimi defalarca anlatmama rağmen ütünün sağlam olduğunu söylüyorlar. Ütümün değiştirilmesni ve bana Arçelik’ten çalışan bir ütü göndermelerini istiyorum. Sürekli reklam yapacaklarına, müşteri memnuniyetine de önem versinler. Yerli marka olduğu için tercih etmiştim ama beni Arçelik’ten ütü aldığıma bin pişman ettiler. Böyle yaparak marka güvenirliğini zedeliyorlar. Bu yüzden bu sorunları yaşamamak içi yabancı marka satın almayı tercih ediyorum.

Ayhan Hanım (Ev Hanım): Braun marka ütü kullanıyorum. Ütümden memnunum. Herşeyi ütülüyorum. En çok beyimin ve oğlumun kıyafetlerini ütülüyorum. Evde sadee ben ütü yapıyorum. Eşim pantolonları ütülemeyince nerde geziyorsun, ne iş yapıyorsun da ütü yapmadın diye hesap soruyor.

Sevgi Hanım (Ev Hanımı): Önceden Philips kullanıyordum. Çok mumnundum ama kendi beceriksizliğimden ütüyü bozdum. Sonra Tefal aldım. En fazla keten gömlekleri ütülerim. Eşim ve çocuklarım çalışıyor bu yüzden sürekli ütü yapıyorum. Ütü yapamadığım zamanlarda evde sorun yaşanmıyor, eşim problem çıkarmıyor ve  gereken kıyafetleri ütülüyorum.

Rukiye Hanım (Ev Hanımı): 
17-18 yıldır Rowenta marka ütü kullanıyorum. Ütümden çok memnunum. Bu zamana kadar hiç bozulmadı. Sadece bir kez kablosu değiştirildi. Altı da çelik taban. Bu güne kadar hiç bir kumaşa yapışmadı. Ayarı da otomatik. O da hiç bozulmadı. Ütüm bozulursa eğer çevremde soruşturur, arkadaşlarım hangi markayı kullanıyorsa, hangi ütüyü tavsiye ediyorlarsa ona göre yeni bir ütü alırım. Aynı zamanda alacağım ütüyü deneyerek, test ederek almayı tercih ederim. En çok çarşafları ütülerim. Ütüsüz çarşaf kullanmam. Çarşafları ütüleyince yatağım o kadar güzel görünüyor ki yatmaya kıyamıyorum. Genelde herşeyimi ütülerim. Evde ütüleri ben yaparım genellikle. Eskiden oğlum Amerika’ya gitmeden önce kendi ütülerini yapardı ama rahmetli eşim ütüye elini sürmezdi, ütüden hiç hoşlanmazdı ancak ütüsüz gömlek de giymezdi…

Metin Bey (İş Adamı): Arzum marka ütü kullanıyorum. 3 yıldır aynı ütüyü kullanıyorum ama askıda ütü yapabilen yeni ütüler çıkmış, onlardan satın almak istiyorum. Ancak bahsettiğim ütülerde ütü izi yapılmadığı için kafam biraz karışık. Giydiğim herşeyi muhakkak ütülerim. Benim için iş hayatında dış görünüş çok önemli. Belki aileden bir alışkanlık. Ütüsüz kıyafetle dışarıya çıkmam. Hergün ütü yaparım. Fanilalarıma kadar ütülerim. Çok yoğun zamanlara ütü yapamazsam eğer gömleklerimi kuru temizlemeye, fanilalarımı da çamaşırhaneye gönderiyorum. Aslında ütü yapmayı sevdiğim söylenemez ama bekar olduğum için kendi ütümü kendim yapmak zorunda kalıyorum. Kız arkadaşım olduğu zamanlarda kıyafetlerimi kız arkadaşım ütüler.

Seda (Öğrenci): En iyi ütü bana göre Tefal. Biz evde Tefal kullanıyoruz. Daha önceki ütümüz de Tefal’di ama onu saçımızı ütülerken ütüyü bozduk. Ütü neden bozuldu anlamadık. Sürekli saçımızı ütülüyorduk. Ütü yapınca saçlarımızın uzun ve dümdüz oluyordu. Annem ütüyü bozunca çok kızdı ve bana bir daha saçımı ütülemeyeyim diye saç düzleştirici aldı ama ütünün yerini hiç bir şey tutmuyor. Annem saçlarımı ütülemeyeyim diye evde ütüyü saklıyor, ütü kullanmama izin vermiyor. Kendi kıyafetlerimi bile ütüleyemiyorum. Annem evde yokken ütüyü bulup, saçlarımı ütülüyorum ve ütüyü yerine koyuyorum. Annem saçlarımı görünce ütü yaptığımı anlıyor ve bana çok kızıyor, terlikle beni kovalıyor ama artık pes etti, ütüyü birlikte kullanıyoruz. Ben saçlarımı ütülüyorum, annem de evdeki kıyafetleri…

TEST: Cepte en hesaplı tarife hangisi?


Yıllardır Turkcell müşterisiyim ama bu ay sonu cep telefonu operatörümü değiştirmeyi planlıyorum. Nedenine gelince… Uzunca bir süre Gold Paket kullandıktan sonra telefon trafiğim azaldığı için Süper Paket’e geçmeye karar verdim. Aslında telefonda çok konuşmayı sevmiyorum. Ancak hali hazırda yürüttüğüm projeler için mecburen telefon görüşmeleri yapmak zorunda kalıyorum. Bu yüzden tekrar Gold Paket’e geçmeye karar verdim. Ancak Turkcell’in kampanyalı Gold Paket’lerinden faydalanabilmek için 12 boyunca taahhüt vermeniz gerekiyor…. Bu durum beni son derece rahatsız etti. Üstelik bu taahhütü kabul edersem, bir yıl boyunca  bir alt tarifeye de geçemiyorum. Taahhüdü bozarsam fazladan konuştuğum dakikalar da bana fazlasıyla fatura ediliyor…


Gittikçe “geveze” bir millet oluyoruz
Aylık 70 -100 TL arasında telefon görüşmesi yapıyorum. Verdiğim parayla bir kampanyaya katılsam kendime yeni bir bilgisayar ya da son model bir cep telefonu alabilirim. Ancak ne yeni bir bilgisayara ne de bir telefona ihtiyacım var. Hem 12 ya da 24 ay boyunca ne diye telefon taksitine gireyim ki? Hem telefona ihtiyacım olsa yurt dışından peşin fiyatına çok daha ekonomik fiyatlara telefon satın alabilirim. Hal böyleyken hangi akla hizmet bir cihaza 3 katı para ödeyeyim ki?! Ancak Turkcell ile uygun fiyata telefon görüşmesi yapabilmek için ya mecburen bir tarifeye dahil olmak ya da bitmek bilmeyen cihaz taksidine girmek gerekiyor.  Ekonomik bir tarifeden faydalanabilmek içinse mutlaka ihtiyacınız çok üstünde bir pakete dahil olmanız gerekiyor. Bir insanın bana göre aylık ortalama telefon görüşmesi 500-1000 dk. arasında olmalı. Fazlası hem sağlığa hem de bütçeye zararlı. Ancak her geçen gün operatörler daha fazla konuşmaya teşvik ederek, ihtiyacımızdan daha fazla konuşma paketleri satmaya çalışıyor ve tüketicileri daha fazla konuşmaya teşvik ediyorlar.

Vodafone mu yoksa Avea mı? 
Mevcut tarifemde aylık 59 TL’ye her yöne 500 dakika, akşam 21.00’den sabah 09.00 kadar Turkcell ve sabit hatlarla 5000 dk. konuşabiliyorum. Rahat rahat konuşmak için gece vaktini mi bekleyeceğim?! Zaten akşama kadar yorgun düşmüş oluyorum… Kimseyle konuşacak halim kalmıyor… Ayda ortalama 1000 dk. telefonla konuşuyorum. Bu durum iş yoğunluğuna göre değişiyor. Bazen 3000 dakikaya kadar çıkabiliyor. Kendime tatil ilan ettiğim ya da proje teslim ettiğim zamanlarında ise daha az telefonla konuşuyorum. Bana gerektiğinde rahatlıkla değiştirebileceğim, sıkıntı yaratmayacak bir operatöre geçmeyi planlıyorum. Vodafone uluslararası bir şirket olduğu için bende hem daha güvenilir bir izlenim bırakıyor. Avea’ya hernedense marka olarak bir türlü ısınamadım ve yakın hissedemedim. Vodafone’a olan sempatimin ise reklamlarla uzaktan yakınan bir alakası yok. Hatta uçan adam Sabri’yi taklit eden reklamlarından hiç hazzetmiyorum. Operatör seçimi konusunda benim için en önemli nokta alacağım hizmetin içeriği ve kalitesi. Şu şartlarda en ekonomik tarife kesinlikle Vodafone Cep Avantaj tarifeleri diyebilirim.  Vodafone abonelerine sunulan tarife paketlerinde genellikle sabit hatlar ve Vodafone içi görüşmeler ücretsiz. Sadece bu yüzden bile Vodafone’u tercih edebilirim…

Ya memnun kalmazsam…
İlk cep telefonumu henüz lisedeyken almıştım. O gün bugündür Turkcell müşterisiyim. Zaten o zamanlar operatör seçmek gibi bir şansımız pek yoktu. Ancak yeni bir numara alarak, farklı bir operatörden hizmet alabiliyorduk. Şimdiyse telefon numaramızı değiştirmeden başka bir operatörden hizmet alabiliyoruz.  Kararımı verdim; bu ay operatör değiştirip, Vodafone’dan hizmet almayı planlıyorum ama numara taşıma kaç gün sürer, ne kadar süreyle bana ulaşılamaz bunu kestiremiyorum. Aslında numara taşıma fikri bende bir iki aydır var ama net kararımı verememiştim. Geçen ay kararım kesinleşti ama numara taşımayı planladığım günlerde bir moda çekimimiz vardı o yüzden numaramı taşıyamadım. Fatura kesim tarihim yaklaşıyor. Bir iki gün içerisinde numaramı Vodafone’a taşımam gerekiyor. Vodafone, numara taşımada çok iddialı. 1 ay içerisinde Vodafone’un çekim kalitesini beğenmezsek, paramızı iade ediyorlarmış. Deneyip, göreceğiz!..

Ev telefonundan her yeri aramak gerçekten bedava mı?
Ev telefonunu sadece internet kullamak için bağlattık. Mecburen her ay onun da faturasını ödüyoruz. Aslında ev telefonunu kapattırıp, yalın ADSL hizmetini kullanmayı planlıyorum ancak  şu sıralar Türk Telekom, ev telefonu kullanımını artırmak için çok cazip kampanyalar düzenlemeye başladı.  Türk Telekom, Ev Avantaj Paketleri ile her yeri bedavaya arayabilirsiniz şeklinde tanıtımlar yapıyor. Ancak belirli paketler ve kotalar mevcut. Mesela 21,90 TL’ye 100 dk. şehir içi ve şehirlerarası bedava konuşabiliyorsunuz. Yapılan yeni düzenlemeyle bedava dakikalarınızla cep telefonu ve yurt dışı aramalarını da kullandığınız paket kapsamında bedava gerçekleştirebiliyorsunuz. Türk Telekom’un web sitesinde yer alan bilgiye göre:  Ev Avantaj 100, 200, 300, 600 ve Özgür kapsamında bulunan Türk Telekom müşterilerinin sahip oldukları 100, 200, 300 ve 600 bedava dakika sadece evden şehiriçi ve şehirlerarası aramalarını değil, cep telefonu yönüne aramaları ve Almanya, Amerika, Fransa, Hollanda ve Rusya gibi yurtdışı arama trafiğinin en yoğun olduğu 36 ülkedeki ev ve iş telefonlarına yapılan aramaları da kapsayacak.

Sunday, February 20, 2011

Derinin Kraliçesi: Simay Bülbül


Şu sıralar en büyük problemim zamansızlık. Belki de kafamı meşgul eden birden çok gereksiz ayrıntı nedeniyle zamanımı doğru kullanamıyorum. Randevular, toplantılar, yapılacak işler… Bazen hepsi birbirine karışıyor. Genelde günlerim ya bir yere yetişmeye, ya da bir iş yetiştirmeye çalışarak geçiyor. Geçenlerde Nişantaşı’nda buluşmak üzere manken Ezgi Erdovan’la sözleştik. Ezgi ile buluştuktan sonra Simay Bülbül’le röportaj yapmak üzere Galata’ya gitmeyi planlıyordum. İkimiz de buluşma için geç kalınca röportaja birlikte gitmeye karar verdik. Osmanbey’den metroya binerek, Galata’ya ulaştık ama adres bulmamız tam bir maceraya dönüştü. En son sokakta bizi gören sucu şaşkın şaşkın adres ararken “Simay Bülbül’ü mü arıyorsunuz abla?!” diyerek bize seslendi. Sonrası malum. Sucunun peşine takılıp, soluğu tasarımcının butiğinde aldık…
Galata demişken, belirtmeden geçemeyeceğim: Galata, uzun yıllar boyunca rıhtımıyla ülkenin dış dünyaya açılan bir kapısı olmuş, tarihte denizcilerin uğrak noktalarından biri olarak yerini almıştır. Şimdilerde ise Serdar-ı Ekrem Caddesi’nde Simay Bülbül, Bihter Aida Pekin, Bahar Korçan, Arzu Kaprol, Tuba Benian gibi karakteristik tasarımlara imza atan ünlü tasarımcılarıyla İstanbul’un Dünya modasına açılan kapısı haline gelmiştir. Galata Bölgesi, tarihte ressamlara yazarlara, şairlere ve ressamlara ev sahipliği yapmıştır. Şimdilerde ise Türk modacılar, bu tarihi mekandan ilham alarak, kendi isimlerinden bir dünya markası yaratmaya çalışıyorlar. Deri  tasarımcısı Simay Bülbül’ün belirli kalıplar içerisine sokulamayan, zamansız tasarımları var. Bir kere kıyafetler sezonluk değil. Aldığınız bir kıyafeti aradan yıllar geçse de rahatlıkla kullanabilirsiniz. Simay Bülbül, tasarımlarıyla deriyi her sezon giyilebilir kıyafetlere dönüştürüyor…
Bu hafta ki röportaj konuğum Simay Bülbül ile hem deri tasarımının inceliklerini hem de tasarımcının başarı sırlarını konuştuk…

Röportaj: Nurhan Demirel

Kendinizden biraz bahseder misiniz? Nasıl başladınız tasarımcılığa?
Ben aslen İzmir’liyim. İzmir doğumluyum. Daha sonrasında İngilizce ve yurtdışı deneyimleriyle beraber İngiltere’ye gittim. İngiltere’de Moda Tasarım ve Moda Pazarlama üzerine 3 yıl süren eğitim aldım. Hollanda’da stajlarımı yaptım. Başka tasarımcıların yanında, en iyi firmalarda çalıştım. Daha sonra İzmir’e geri döndüm. İzmir serüveni tabii ki daha az sürdü çünkü herşey İstanbul’da olduğu için İstanbul’a geldim. 2003 yılında da Deri Tasarımı Yarışması’nda Türkiye birincisi oldum. Hem İzmir’den İstanbul’a gelmiş, hem de sektörel olarak  tekstil sektöründen deriye geçmiş oldum. 2003 yılından sonra deri sektöründe çalıştım. 5 seneden beri de kendi markamı, kendi firmam altında çalışıyorum. Simay Bülbül markası hem doğmuş oldu hem de hala yürüyor…

Benim özellikle ilgimi çeken moda tasarımcılığının yanı sıra moda pazarlaması konusunda eğitim almış olmanız… Tasarım yapmak önemli ama markalaşmak daha da önemli. Siz hangi düşünceyle moda pazarlaması konuunda eğitim almak istediniz? Aldığınız eğitimin size ne gibi faydaları oldu?
Moda tasarımı maalesef tek başına bir şey ifade etmiyor. Sektörel baktığımızda bizler ressam ya da heykeltraş değiliz. Yaptığımız bir şeyi bir yerde sergileyelim, satalım gibi bir durumumuz yok. Bizler markalaşmanın önemini kurumsal olmanın gerekliliğini ve bunu nasıl ticarete dönüştürürz konusunu Türkiye’de oturtmamız lazım yoksa daha çok sanatçı olarak kalıyoruz. Modanın tasarımla beraber pazarlama ile eş bir şekilde yürümesi gerektiğine çok inanıyorum. Bu yüzden İngiltere’de istediğim tek bir okul vardı. Eğitim programında Moda pazarlama olduğu için. Özellikle gidip, o okula başvurdum. Bu eğitimin çok faydasını gördüm. Daha sonra iş hayatına başladığımda da işin sadece tasarım tarafında kalmayıp, işin pazarlama tarafna da çok fazla eğilim gösterdiğim için şu anda kendi markamı kurarken bu konu da çok daha tecrübe kazanmış oldum. Çünkü her neolursa olsun bir moda tasarımcısı mesaisinin en az bölümünü maalesef tasarıma harcıyor. Aynı zamanda markamızın yönetimini üstleniyoruz. Şu bir gerçek ki pazarlama kısı, PR kısmı, tanıtım kısmı, işletme kısmı.. Bunların hepsi gerçekten mesaimizin büyük kısmını alan şeyler.. Markalaşmayı, kurumsallaşmayı çok iyi oturtmuş olmanız gerekiyor ki tasarladığınız elbiseyi tüketime ulaştırabilin. Bunu yapamadığınız sürece hiç bir anlamı yok. İsterseniz Dünya’nın en güzel elbisesini tasarlayın…

Siz markalaşmak için neler yaptınız? 
Türkiye’de bir moda tasarımcısı olarak markalaşmak, kendi markasını kurmak, kurumsallaşmak çok zor. Çünkü zaten moda kelimesi çok daha yeni oturdu Türkiye’de, daha yeni bilinçleniyor bu konuda. Ben mezun olduğum zaman çok az firmanın kendi bünyesinde koleksiyon yapan tasarımcı grupları vardı. O tasarımcılara baktığınız aman çok belli başlı, yıllardır ismini duyduğunuz, bildiğiniz saygı gösterdiğiniz 5-6 isim vardı. Onun dışında genç tasarımcı hiç fazla yoktu. Şimdi yavaş yavaş bu artık gelişiyor. Ben kendi markamda kurumsallığımı yaratırken tabii ki en alttan, en baştan kurduğum için yavaş yavaş, sindire sindire, gerçekten kendi sermayemle – o da çok önemli bir konu çünkü bu başarıların en büyük destekçisi sermaye, bütçelerdir. Onun dönem Moda Tasarımcıları Derneği’nin kurulmuş olması, Galatamoda’nın başlaması, bunun dışında benim Boyner’de başlıyor olmam… Bunların hepsi aslında zincir gibi birbirine bağlı ama sizin çok azimli ve çok güçlü, yılmadan durabiliyor olmanız lazım. Orijinal olup, o farkındalığı yaratabiliyor olmanız lazım. Ve onu özel bir şekilde güzel bir tepsiyle sunabiliyor ve işin mantığını da tasarımla buluşturabiliyor olmanız lazım. Ben bunların üstüne çok düştüm. her zaman için. Bu şekilde yavaş yavaş oluşum tamamlanmaya başladı.

Ağırlıklı olarak deri kıyafetler tasarladığınızı biliyorum. Sizin tasarladığınız deri kıyafetlerin özelliklerinden bahsedebilir misiniz?
Ben özellikle deri sektöründen geldiğim için derinin her türlü farklılığını biliyorum. Benim kullanmak istediğim deri, tarzıma yakın olmasıyla  çok daha natürel, üzerinde aspinsajı olan, daha mat renkler ve en büyük özelliği de aslında çok ince deri olması. Çünkü ben o deriyi o kadar yumuşak şekilde dokunuyorum. Tamamıyle besi hayvanı olarak Bildiğiniz kuzu derisi kullanıyorum. Özellikle kuzu derisini tercih ediyorum. Çok ince deri halinde kulllanıyorum.

Deriyi en çok hangi renklerde kullanıyorsunuz? Bu sezon için tasarladığınız kıyafetlerde  deriyi nasıl yorumladınız? 
Siyahlar, bejler, kahveler, griler, ekru rengi benim asla vazgeçemediğim ve olmazsa olmaz renkler. Ben bu sene bu renklerin içerisine kendi renklerimi ekliyorum. Bordolar olabilir. Lacivert olabilir. Çok flash renkler değil. Çok bağıran renkler değil. Daha benim kendi tonlarımı anlatan, haki tonları olabilir. Gül kurusu olabilir. Genele baktığınız zaman ben biraz renksiz bir tasarımcıyım. Çok rengi işleyen bir tasarımcı değilim. Daha ağır ve tok tonları seviyorum. Deriye baktığınız zaman her renkte deri tonları var. Civciv sarısından, fıstık yeşiline kadar…

Sizin tasarımlarınız bana eski çağlardan fırlamış kadınları anımsatıyor… Bana göre modası hiç geçmeyecek kıyafetler tasarlıyorsunuz… 
Her koleksiyonumda bir hikaye anlatıyorum. Genelde geçmişten gelen hikayeler. Daha mitolojik, daha felsefik… Çok fazla futuristk tarafına gitmeden, aralıklı o tarafta kalmaya çalıştığım için de genelde benim koleksiyonlarımda o havayı alırsınız.

Mitolojik hikayelerden bahsettik. Yeni koleksiyonuzda hangi mitolojik hikayeden yola çıktınız? 
Şu anki koleksiyonumuz kış koleksiyonu. Şaman kadınlarını anlatan bir koleksiyon. Şaman kadınları ile bir doğa kampında tanışmıştım. Benim için çok büyük bir tecrübeydi. Bunun üzerine bütü koleksiyon Şaman kadınları üzerine ilerledi. Böylelikle bütün koleksiyon o otantiklikte, Şaman kadını üzerinde yoğunlaşıyor. Sonraki koleksiyon yani yaz koleksiyonunda İzmirli bir büyücüyü yani Attardi Ana’yı anlatıyorum.

Kitabı vardı evet. Mara Meimaridi’nin izmir Büyücüleri. İzmirli bir büyü olan Attardi Ana anlatılıyordu… Yani aslında tüm kadınların içerisinde bir büyücü yok mu? Çünkü hepimiz seviyoruz entrika çevirmeyi… 
Herkesin içinde bir büyücü gücü var. Aslında hepimizin içinde bir aşk büyücüsü var. Çünkü Attardi Ana da bir aşk büyücüsü. Her kadın aslında kendini o kadının içinde bulabilir.

Yurt dışındaki çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz? Sonuçta yurt dışında eğitim aldınız ve çalıştınız. Markanızın tanıtımı için yurt dışında ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz? 
Türkiye’de uzun süredir  çalışmaya devam ettikten sonra şimdi yeni yeni yurt dışına açılmaya başladım. Çünkü yurt dışına açılmak çok büyük bir süreç. Geçen seneden itibaren yurt dışındaki fuarlara katılmaya başladım. Bu fuarlarla beraber yavaş yavaş ihracatımız artmaya başladı. Çok enteresan bir şekilde bu bölgede olmanın bile aslında yurt dışında tanıtım için çok güzel avantajları var. Turistler geliyor ve turist mesela Almanya’da bir butik sahibi, Almanya için sipariş alıyorum. Bununla beraber bu yıl yurt dışındaki iki fuara katılıyorum. Deri Tanıtım Grubu iki senedir beni destekliyor. Onun desteğiyle yurt dışına açılmaya başladık. Bu böylelikle yavaş yavaş ilerleyecek. Yurt dışı defilelerim başladı. İki tane yurt dışı defilesi yaptım. Şaman Kadınları koleksiyonuyla.

Galata Bölgesi’ne çoğunlukla turistler geliyor. Siz özellikle bu yüzden mi Galata’da olmayı tercih ettiniz ya da farklı bir nedeniniz mi vardı? 
Bu bölgeye turistlere özel bir bölge olduğu için gelmedim. Sadece turisitik bir bölge olması değil, ben Galata ruhunu çok sevdiğim için  ve tamamıyla yeni bir alışveriş bölgesi haline geliyor burası. Turistler kadar,  benim özel likit müşteri kitlem de buraya geliyor. Böylelikle bu bölge aslında çok daha farklılaşan, daha özel, daha sokak ruhu olan bir alışveriş bölgesi haline geliyor.

Genellikle modacılar Nişantaşı’nda olmayı tercih ediyordu ama moda trendi yavaş yavaş Galata’ya doğru kaymaya başlıyor sanki… 
Buraya gelen ünlü tasarımcılarımız var. Daha farklı bir dokuda gelişen ve farklılaşan bir bölge burası.

Etrafta ki insanlar ve esnaf bile bu değişime ayak uydurmuş… Biz sokakta şaşkın şaşkın sizin mağazanızı ararken sucu bize “Simay Bülbül’e mi bakmıştınız abla?” diye sordu ve sizin mağazanın kapısına kadar sucu eşliğinde geldik. 
Burada bir kaç isim var ağırlıklı olarak esnaf da bizi sorduklarında yönlendiriyorlar.  Burada güzel bir esnaflık arkadaşlığı var.
Daha fazla insanlarla bütünleşen bir moda.. 

Son bir kaç yıldır daha fazla moda etkinliği yapılıyor. Şimdi de İstanbul’un moda başkenti olması için çalışmalar yürütülüyor. Sizce İstanbul moda başkenti olabilir mi? İstanbul’un moda başkenti olabilmesi için neler yapılması gerekiyor? 

Daha yeni emeklemeye başlarken, koşa koşa atlamaktan bahsetmek gibi. İstanbul elbette moda başkenti olsun. Buna yürekten inanıyorum. Bu konuda bizlere düşen çok görevler var ama bir moda başkenti olabilmemiz için önümüzde daha çok yol var. Daha 3.- 4. moda haftalarımızı düzenliyoruz. Moda başkenti olan şehirlere baktığımız zaman 30.-40. yıllarını kutluyorlar. Billboard dergisi ya da bildiğimiz çok özel moda dergileri 20. yaşlarını kutlarken Billboard dergisi Türkiye’ye henüz yeni geldi. Bu yüzden daha çok yolumuz var. Türkiye’de gerçekten çok önemli cevherler var. Moda tasarımcıları olarak olsun, ediörlr olsun, fotoğrafçılar olsun, styling üzerin olsun… Styling kelimesi de Türkiye’ye yeni girdi. Modeller olsun. Aslında parlayan bir şehir İstanbul. Tüm Dünya’nın gözü İstanbul’a dönmüş durumda ancak daha moda başkenti olabilmemiz için uzun bir sürece ihtiyacımız var.

En büyük eskikliğimiz moda pazarlaması mı? 
Evet en büyük eksikliğimiz moda pazarlaması. Hala burada moda pazarlaması yok. Moda PR’ı yok. Bunlar daha çok yeni gelişen şeyler.
O zaman moda başkenti olabilmek için bu konularda da uzmanlaşmak gerekiyor…

Eski izlediğim mitolojik filmlere ve gözlemlerime dayanarak sizin tasarımlarınızda tercih ettiğiniz renklerin hiç modasının geçmediğini düşünüyorum. Sizin tasarımlarınız gelip  geçici bir moda akımına hizmet etmiyor, bugün de yarın da giyilebilecek kıyafetler tasarlıyorsunuz…
Ben zamansız olmayı seviyorum. Moda kelimesinin trendler başlığını sevmiyorum. Moda otoritesine kesinlikle inanıyorum fakat kendi koleksiyonlarımda çok fazla modanın etkisi altında kalmıyorum. Diyelim ki bu sene mavi renk moda ya da şöyle kıyafetler moda ben onlara göre yönlendirmiyorum kesinlikle ama daha zamansız, daha kişinin ruhuna özel kıyafetler tasarlamayı daha çok seviyorum. İnsanlar benim tasarımlarımı kendine yakışanı giydiği için, kendi rengini bulduğu için giyiyor. Böylelikle insanların dolabındaki kıyafetler daha uzun süreli ve daha kullanışlı oluyor. Kişi kendine hiç yakışmayan bir şeyi moda olduğu için satın aldığında ertesi sene o ürünü kullanamıyor.

Herkes kendine yakışanı mı giymeli?
Son zamanlarda bilinçli giyinme ve bilinçli tüketim daha ön plana çıkmaya başladı. Bütün dünyada ki ekonomik kriz buna çok büyük etken. Şimdi baktığımız zaman eskiden herkesin dolabında giymediği bir yüzlerce kıyafeti olurdu. Artık tüketici satın alırken daha emin, daha bilinçli tercihler yapıyor. Daha özel ürünler satın alıyor. Bu ürünler daha pahalı olabilir ama kişiye özel olması daha farklı oluyor. Bir elbiseden binlerce üretilip, her yerde o elbiseyi görmeniz değil de bir elbiseden 5 tane üretilmiş olduğunu bilmek, kişiye kendisini daha özel hissettiriyor.

Bilinçsiz tüketimi tetikleyen biraz da zamansız indirimler mi? 
Var evet. Tüketimin her noktasında bunların etkisi var. Ben bu zamansı indirimleri için eelimden geldiği kadarı ile girmiyorum. Ben bir tasarımcı olarak, farklı bir tüketiciyle buluşuyorum. Farklı bir tüketimi empoze etmeye çalışıyorum.  O yüzden ben çok geç indirime girerim. Sadece bazı dönemlerde promosyonlar olur, belirli indirim günleri olur mesela Galatamoda’ya özel bir anda %40 indirim yapacağız. Bunlar gibi mesela..

Fast fashion çalışan mağazalarda yeni koleksiyonunun çıkış tarihinde kısa bir süre sonra indirime giriliyor. Bu tüketicileri de aslında rahatsız eden bir durum…Kimse mağazalardan sezonunda alışveriş yapmak istemiyor.

İnsanlar hemen indirimi beklemeye başlıyorlar. Bu yüzden de sezondaki  etiket fiyatları tüketiciler için gerçekçi gelmemeye başlıyor…
Bu yüzden ben de malın değerini düşürmemek adına elimden geldiği kadar indirime çok geç giriyorum. Sezonu daha geç kapatmaya çalışıyorum çünkü öbür türlü fast food dediğimiz mağazalar gibi oluyorsunuz.

Siz tasarımlarınızda deri kullandığınız için zaten maliyetler açısından indirim yapma lüksünüz pek yok… 
Sezon başlarında %20’lerle başlayan indirimler, sezon sonunda %70’e kadar çıkıyor. Biz de ise sezon sonunda en fazla %50 indirim yapılmış olur. Dışarıda gördüğünüz %70-%80 oranında indirimleri bizim yapmamıza imkan yok.

Tasarımlarınızın fiyat aralığı ne düzeyde? 
Benim mağazama baktığınızda aksesuarlar da dahil olmak üzere 50 TL’den başlıyor, 700-800-900 TL’ye kadar ürünler var. Önümzdeki sezon yaz itibarı ile mağazamızda gece elbiseleri ve kokteyl elbiseleri de olacak. Onlar da en fazla 1000- 1500 TL arasında satılacak. Her kesimden isan bizden ürün satın alabilecek. Aynı zamanda daha rahat satılabilecek bir alt marka çıkarıyoruz. Herkesin ulaşabileceği, daha basic ürünler olacak. Bizde her kategoride herkese hitap ederek, satışlarımızı artırmış olacağız.

- Deri her sezon kullanılabilir -
Deri genellikle Sonbahar-Kış sezonunda ağırlıklı kullanılabiliyor. Yaz sezonunda da kullanılabilecek özellikli deri ürünleriniz var mı? Dört mevsim boyunca giyilebilecek deriler var mı? 
Ben deriyi zaten çok ince kullandığım için yazın da aynı incelikte deriyi kullanabiliyorum. Kışın da kullandığım deri genelde çok fazla soğuktan korunma amaçlı tasarımlar olmadığı için diğer mevsimlerde de kullanılabiliyor İç giyim dediğimiz elbiselere yönelik aynı incelikte derileri kullanabiliyorum. Sadece sezonlarda biraz kumaşlar değişiyor aslında. Kışın koleksiyonuna baktığınız zaman %60-%70 deri varken, yazın bu oran düşüyor. Mesela sadece bir elbisenin yakasında ya da bir t-shirtün yakasında bir detay oluyor.
Yaz ya da kış mutlaka tasarladığınız kıyafetlerde detay da olsa deri kullanıyorsunuz… 
Mutlaka. %100 her tasarımımda muhakkak bir deri var. Derinin olmadığı, sadece tekstilin olduğu hiç bir ürünüm yok. Bu güne kadar dernin olmadığı hiç bir ürün yapmadım.
Tasarımlarınızda Türk derisi kullanıyorsunuz. Türk derisinin özelliği nedir? 
Eskiden baktığınızda yurt dışında İtalya’ya gidiliyordu, deri fuarlarından örnekler alınıyordu… Fakat ben şu anda şöyle bir misyonla çalışıyorum: Türkiye’de gerçekten çok iyi tabakhaneler var. Çok iyi deri üreticileri var ve kaliteli deriler var. Zaten deri sektörü çok önemli bir sektör. Son senelerde de aynı şekilde Deri Tanıtım Grubu ile çalıştığım süreçte de derinin her branşını tanıtabilmek için Türk tasarımcısı olarak Türk derisini kullanmayı daha çok tercih ediyorum.  Bu iki altı çizili konuyu birbiriyle birleştirmeyi seviyorum. Ve gerçekten İtalya’dak birçok deri tabakhanesinden çok daha kaliteli üretim yapan deri üreticilerimiz var.
Deri daha önce tasarımcıların ürünlerine yansımadığı için sanırım çok tercih edilmiyordu…
Genelde ihracata yönelik üretim yapılıyordu. İç piyasada kullanılmadığı için deri şimdi yavaş yavaş bu değişiyor.
Kıyafet ve aksesuar tasarlarken nelere dikkat ediyorsunuz? 
Koleksiyonlarda deriyi kullanırken, üzerindeki pinsajı veyahut baskısı ile oynamayı çok fazla sevmiyorum çünkü doğallığını kaybettiriyor, daha kimyasal geliyor. Daha sonrasında deriyi işlemeyi çok seviyorum. Deride özellikle elişini çok seviyorum. Mesela geçen yaz sezonundaki koleksiyonumuz çok beğenildi. Deride makreme yaptık. İnce ince kesilip, deriler tek tek örüldü. Bu sezon dantel detaylar var. Deriyi dantel gibi gösterebiliyoruz. Ben deriyi işlemeyi,bu detaylarda işlemeyi seviyorum. Deride elişini seviyorum. Aksesuarından tutun, elbisesine kadar çok özel işlentilerle deri çok farklı olabiliyor.
Deri aksesuarlarınızın özellikleri nelerdir? Deride ne tür aksesuarlar yapıyorsunuz? 
Mağazadaki aksesuarlar genelde konuk tasarımcılara ait. Geçen yıl Ümit Aybek vardı takı tasarımcısı. Bu sene Umut Eker var. Deri aksesuar yaptığı için birlikte bir çalışmaya girdik. Ürün gamı olarak yüzükten- küpeye, kemerden-çantaya kadar herşey var.

Genç tasarımcıları da bu anlamda desteklemiş oluyorsunuz…
Çok genç olarak adlandırmayın çünkü onlar da benim dönemimden tasarımcılar. Benim altımdan hiç biri değil. Burada sadece güzel bir iş birliği var. Benim koleksiyonumda her zaman için bir aksesuar ihtiyacımız var. Ayakkabı, çanta ihtiyacımız var. Ben çok fazla ayakkabı ve çantaya girmiyorum. Koleksiyonunu beğendiğimiz tasarımcıları da kendi mağazamızda muhakkak ağırlıyoruz ve onların da ürünlerini satıyoruz.

Peki kıyafet tasarımın dışında farklı bir ürün tasarlamayı hiç düşündünüz mü? Bu anlamda farklı projeleriniz var mı? 
Tasarım adına şu anda kıyafet dışında çok fazla bir şey yok. Kıyafet çeşidini biraz geliştirdik. Abiye yaptık bu sene, alt marka ihtiyacımız çıktı ve alt markaya girdik. Bu şekilde ihracata ayrı, Galatamoda’ya ayrı üretim yapıyoruz. Mağaza ayrı bir üretim, defile ayrı bir üretim… Zaten yılı 2 sezona böldüğümüzde, 2 sezon kendi içinde 6 koleksiyona bölünüyor. O yüzden şu anda ağırlıklı olarak bunun üstüne yoğunlaştık. Onun dışında şu anda başka tasarladığımız bir şey direkt olarak yok ama koleksiyonlar diğer iş dallarıyla birlikte çalıştığı için fotoğraf olsun, grafik tasarım olsun… Bu alanlarla birlikte çalışıyorum. Kişisel olarak farklı bir tasarımım yok.
2010 İstanbul Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında Türkiye’yi temsil etmek üzere seçildim. Almanya’ya defileye gittik. Almanya’da “Şaman Kadınları” koleksiyonumuzu sunduk. Çok özel bir projeydi. Dünya’nın bir çok yerinden tasarımcılar ülkelerini temsilen geldi. Ben de Türkiye’yi temsilen orasaydım. Harika bir defile oldu.

Siz kendi defilelerinizi nasıl gerçekleştiriyorsunuz? 
Her koleksiyonun bir defilesi oluyor. Ben hiç bir defilemi bugüne kadar normal bir şekilde catwalk olarak yapmadım. Hiç bir zaman hikayemi arkamda unutmadım. Hikayemle birlikte catwalkumu ve defile performansımı yaptım ama performans öncesinde bütün aşamlarda hikayeyi hep organizasyona taşıdım. Davetiyesinden tutun, hediye kitine kadar özel olarak tasarlattım. Bizim bütün organizasyonlarımızın davtiyeleri özel olarak tasarlanır ve çoğu genelde elişidir. Hiç biri de klasik olarak kartona baskı değildir. O hikayeyi anlatacak bir malzeme kullanırız. Şaman Kadınları’nda tütsülükler dağıttık mesela… Attardi Ana’da büyücü olduğu için şişeye doldurulmuş, gerçekten bereket büyüleri dağıtıldı gibi… Dışardan bakıldığı zaman bu iş bir deli işi çünkü binlerce yapmak zorundasınız. Ama ben bunları seviyorum. Koleksiyonumda hikaye anlatmayı seviyorum. Sadece moda kelimesini anlatmak değil buradaki  başarı. O hikayeyi tüm sanat dallarıyla anlatabilmek… Video art olabilir, fotoğraf olabilir, catwalkundaki koreografisi olabilir, ışık enstelasyonları olabilir vs…
Kişiye özel yapılan tasarımlarda, koleksiyona özel hikayeler ve o hikayeyi anlatan davetiyeler… Bence çok hoş..
Ben öyle seviyorum en azından…

Sadece podyumda mankenlerin yürümesi bence elbiselerin ruhunu yansıtmıyor… 
Ben performans defilesi yapmayı daha çok sevdiğim için catwalktan ziyade bu tür defileler yapmayı tercih ediyorum.  Bu defileler benim için adeta bir şölen oluyor!

İstanbul Fashion Week organizasyonu ile ilgili düşüncelerinizden bahsedebilir misiniz?
İstanbul fashion week organizasyonu cok yeni ve gelismekte olan bir organizasyon. her gecen sene daha coktasarimcilarin katilmasiyla yutdisindan alicilarin artmasiyla dahada buyuyecegine inaniyorum.

Türkiye’nin moda ve tekstil dünyasına yön veren isimler bu organizasyon sayesinde tek bir çatı altında toplandı… Türkiye modasına ne gibi katkıları olacak, organizasyondan beklentileriniz nelerdir?
Türkiye modasındaki en önemli konu tasarimcıların ve sektörun aynı çatı altında toplanabilmesiydi. Türk markalarının moda kavramını geliştirmeleri, tasarımcılarin markalarla işbirlikleri en önemli ve geç kalınmış konulardan biriydi….
Bir moda haftasının en önemli konusu tasarımcılarıdır. Görsel showları, farklı sunumları ve koleksiyonları Türkiye’nin moda vizyonunu geliştirecek en önemli detaydır. Organizasyon her geçen sene çercevesini büyüterek, ilerlediği sürece ve yeni işbirlikleri doğurduğu sürece IFW olması gereken yere gelecektir. Ben bir deri tasarımcısı olarak Türk derisini tanıtan Deri Tanıtım Grubu ve yine moda sektöründeki önemli satış sitesi trendyol.com ile IFW kapsamında bir işbirligi sağladık ve defileme ana sponsor oldular. Bu tarzdaki destekler bir tasarımcının ilerliyebilmesi için aynı çatı altında olmak adına çok önemli adımlardır.

Siz organizasyon için nasıl bir hazırlık yaptınız? Çalışma sürecinizden kısaca bahsedebilir misiniz?
Organizasyon için çok uzun zamandır çalışıyoruz. Fotoğraf çekiminden sunumuna, davetiyesine, basın danışmanlığına kadar çok meşakatlı bir çalışma sürdürdük. Tüm konsepti bi arada özümseyebilmek ve sunabilmek adına çok önemli kişilerle çalıştım. Bu bir ekip işi ve ancak bu süreçte tüm ekibin doğru kişiler olması ve azimli bir çalışma sayesinde başarı elde edilebiliyor.
Organizasyon Santral İstanbul’da gerçekleşti, mekanı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Santral istanbul orijinal bir mekan. Yurtdışı için özellikle farklı bir ortam doğurdu ama kendi konumu dolayısıyla bir çok problemi de beraberinde getirdi. Park problemi olmasi gibi. Bunlar ufak konular gibi gözükse de bu tarzdaki büyük organizasyonlarda büyük tartışma konularını doğurabiliyor.