Tuesday, September 14, 2010

En iyi çamaşır deterjanı hangisi?


 Ben küçükken annem sürekli bana çeşitli işler buyurur, bu işleri hiç vakit geçirmeden derhal yerine getirmemi beklerdi. Özellikle de temizlikle ilgili işler geciktirmeye gelmezdi. Canım çoğu zaman bu işleri yapmak istemezdi ve mızmızlanırdım. Annem de bana “Temizlik imandan gelir” diye psikolojik baskı yapardı. Düşünürdüm de o zaman, eğer temizlik imandan geliyorsa eğer, benim imanım oldukça kirliydi… Hem kirli çamaşırları yıkamanın, yağlı tabaklarla sıkı fıkı olmanın maneviyatla ne ilgisi vardı ki?…

O zamanlar annemi anlamakta zorluk çekiyordum. O da bana sık sık “Anne olunca anlarsın” ya da“Evlenince anlarsın” gibi serzenişlerde bulunuyordu. Ne evlendim, ne de anne oldum. Şuan yalnız yaşıyorum ve ürün testlerine başladığım günden itibaren tipik bir ev kadınına dönüştüm. Haftada en az bir kez çamaşır yıkıyor, iki haftada bir camları siliyorum. Evin köşe bucak temizliğinden ben sorumluyum ve itiraf ediyorum: Annemi şimdi daha iyi anlıyorum!

Bayram temizliği yaptım
Artık temizlik yaparken kendimi yorgun, argın ve hayatından bezmiş hissetmiyorum. Komşularımla, arkadaşlarımla ve ailemle bu hafta bol bol temizlik ürünlerini konuştum. Hatta konuşmakla kalmadım, bir sürü ürün test ettim. Hem bayram öncesi bu vesile ile dip köşe “bayram temizliği” de yapmış oldum.

Bu hafta modern “Ayşe Teyze” oldum
Fotoğrafçı Niko Guido ile Taksim’de görüşmeye gitmiştim geçen hafta. Yanımda da fotoğraf makinam vardı tabii ki. Niko ile görüştükten sonra kendimi saldım sokaklara ve fotoğraf çekerek önce Kabataş’a, sonra da yürüyerek Karaköy’e ulaştım. Karaköy’e her geldiğimde muhakkak Fasuli’de -kuru fasülye, pilav ve cacık- dan oluşan muhteşem üçlüyü sipariş ederim. Kural gene değişmedi…
Yemeğimi yerken kuru fasulyenin yağına bakıp, yemeğin suyu masa örtüsüne dökülürse kim bilir çıkarması ne kadar zor olur diye düşündüm. “Acaba hangi deterjanı kullanıyorlar?” diye aklımdan geçirirken, yanıma garson geldi ve başka bir isteğim olup-olmadığını sordu. Ben de: “Masa örtülerini hangi deterjanla yıkıyorsunuz?” diye sordum. O an kendimi elinde Ace Çamaşır Suyu’yla restoranı basan Ayşe Teyze gibi hissettim. Zaten o gün bembeyaz giyinmişim. Üstümde beyaz bir t-shirt, altımda ise beyaz, keten bir pantolon var. Anlayacağınız beyazlıkta adeta Ayşe Teyze ile yarışıyorum…

Siz hangi deterjanı kullanıyorsunuz? 
Hatırlar mısınız bilmem… Hani Ayşe Özgün’lü bir Ariel reklamı vardı. Reklamda Ortaköy’deki Bol Kepçe Restoran’a gidiliyor ve kirlenmiş masa örtüleri Ariel’le bembeyaz oluyordu. Ben de Ayşe Özgün misali sanki deterjan testi yapıyormuşum gibi hissettim kendimi biran için. Ben geçmişe flash back yapıp, Ayşe Özgün’lü deterjan reklamını hatırlamaya çalışırken, garson telefonla birini arayıp; “Abi biz masa örtülerini hangi çamaşır deterjanı ile yıkıyorduk?” diye soruyordu. O sırada geçmişe öyle bir flash back yapmış olmalıyım ki önümde ki çay bardağını görmeyip, hem masa örtüsünün hem de bembeyaz kıyafetlerimin üstüne bir bardak çayı boca ettim. Karşı masadaki aile ve ben hep beraber gülmeye başladık, “Vallahi bilerek yapmadım”, “Gerçekten bilerek olmadı” gibi cümlelerle kasten çayı dökmediğimi anlatmaya çalıştım. “Hangi deterjanı kullanıyorsunuz?” diye sorduktan sonra, açıkçası çay bardağını devirmem hiç de masum bir hareketmiş gibi görünmüyordu. Ama öyleydi…
Sonra üstümü lavaboya giderek, sıvı sabunla temizledim. Yerime döndüğümde yeni örtüler çoktan serilmişti bile. Çayım da yeniden servis edildi. Bu sefer daha dikkatli çayımı yudumlarken, Fasuli İşletme Müdürü Emin Pekergöz geldi masaya ve müsade isteyerek, karşıma oturdu. Emin Bey, uzun yıllar Amerika’da kalmış ve eğitimli bir işletmeci. USPH (United State Public Health)’tayani Amerikan Halk Sağlığı Derneğinde temizliğin nasıl olması gerektiğini A’dan Z’ye öğrenmiş biri. Her yazımı olabildiğince tarafsız ve uzman görüşü alarak yazmaya gayret gösteriyorum. Açıkçası çamaşır deterjanları testimle ilgili Emin Bey statüsünde bir uzmanı mumla arasam bulamazdım ki, o beni geldi buldu.

Mutfakları sadece Uğur Dündar denetliyor
Emin Bey’le restoranda hijyenin nasıl sağlandığını konuştuk. Halk Sağlığı ile ilgili Amerika’daki gibi bir eğitim sisteminin olmamasından bahsetti Emin Bey. Türkiye’de Uğur Dündar’ın mekan basmalarıyla yürüyor bu işler diye de ekledi. Belediye mutfakları denetlemiyormuş yani mekan çalışanlarının insafına kaldık anlayacağınız…

Fasuli Restoranları’nda hangi deterjan kullanılıyor? 
Fasuli ünlü gurme Vedat Milor’un da tavsiye ettiği bir mekan. İşte mekanın İşletme Müdürü Emin Bey’in ağzından Fasuli’nin temizlik sırları: “İstanbul’un suları kireçli. Bu yüzden zamanla çamaşırlarda renk değişimi oluyor. Biz işletmemizde Omo Matik ve beraberinde sanayi tipi çamaşır suyu kullanıyoruz. Ağırlıklı olarak beyazlardan oluşan çamaşırları 90 derecede
yıkıyoruz. Çamaşırları hijyen nedeniyle yüksek ısıda yıkamayı tercih ediyoruz. Böylelikle kirler çıkmış oluyor. Yemeklerimizde ağırlıklı olarak tereyağı kullanıyoruz. Tereyağı lekesi düşük ısıda çıkmadığı için muhakkak çamaşırları yüksek ısıda yıkamak gerekiyor.”

Ariel çamaşırları solduruyor
Annemin önerisi ve reklamların da etkisiyle  ben de tipik bir Ariel kullanıcısı oldum. Ariel’den ilk başlarda memnundum aslında. Marka yıkanan çamaşırların solmayacağını, kıyafetlerinizi defalarca yıkasanız da hala ilk günkü gibi yeni görüneceğini vaat ediyordu. Bu vaadi gerçekletiriyordu da… Nitekim önce toz deterjan kalıntılarıyla tanıştım ki bu deterjan alerjisi olan şahsiyetimin hiç de hoşuna gitmedi. Çamaşırların üstünde kalıntı kalmasın diye artık daha az deterjanla yıkama yapıyorum ama bu sefer de kirler çıkmıyor. Sanki çamaşırları sadece suya sokup, çıkarmışım gibi. Renkli ve siyah kıyafetlerimin halini hiç sormayın. Beyazlarsa sanki mutasyon geçirerek, krem rengine dönüşüyor.  Baktım ki olacak gibi değil neredeyse bir  yıldır kullandığım ve bitmek bilmeyen, Ariel’in 6 kiloluk MZIM-5 ve “Dağ Esintisi“li toz deterjanını çamaşır yıkama testini de bahane ederek, terk ettim. Zaten ben evimdeki deterjanı bitirene kadar bu rünün bir üst versiyonu çıkmış. Yeni ürünün ismi Ariel Pro-Zim 7. Teleffuz edemediklerinden midir nedir, kimse bu versiyondan bahsetmedi bana…

Çamaşırlarım Persil Jel’le tertemiz yıkanıyor ve mis gibi kokuyor
Toz deterjanları ezelden beri sevmem, deterjanının vücudumla temas etmesinden hoşlanmam. O yüzden şu yeni çıkan (bana göre) deterjanlardan test edeyim dedim ve 2 haftadır Persil Jel kullanıyorum. Deterjan sıvı olduğu için artık toz deterjan alerjisi de yaşamıyorum haliyle. Ürünün ambalajı kadınların hoşnutsuzlukları düşünülerek tasarlanmış sanırım. Çünkü deterjanı nerede saklayacağım gibi bir sıkıntı yaşamadığınız gibi, çamaşır yıkarken de makinenin deterjan gözüne şişenin kapağını kullanmak suretiyle 1 ölçek deterjan koyup, etrafı toz deterjanla batırmadan yıkama işlemine geçebiliyorsunuz. Persil Jel, Vernel Gül’ün büyüsü katkılı. Tek başına kullanıldığında da çamaşırlarınız etrafa güzel koku yayıyor. Persil Jel’in “Persil Jel Gülün Büyüsü” ve “Persil Jel Deniz Esintisi” olmak üzere iki çeşidi var. Ben “Gülün Büyüsü”nü daha çok sevdim. “Deniz Esintisi” daha çok erkek parfümünü anımsattı bana. Hala bekar gezen ve kendi çamaşırlarını kendisi yıkayan erkek arkadaşlarıma tavsiye ederim. Bu ürün tam size göre!

Elektrik ve su tasarrufu için konsantre deterjan kullanın
Çamaşırları 40 derecede yıkamayı tercih ediyorum. Çok yüksek ısılarda çamaşır yıkamayı tercih etmiyorum. Çamaşırların tamamını birbirinden farklı kumaşlar oluşturduğu için çamaşırları yüksek derecede yıkadığımda kıyafetlerde bozulmalar oluyor. Hatta lastikli olan bazı kıyafetlerin lastikleri bile eriyebiliyor. Kıyafetlerin en az 1 beden küçülmesine hiç değinmeyeceğim… Zaten konsantre deterjanların en sevdiğim yönü düşük ısıda daha etkili olmaları. Düşük ısıda çamaşır yıkamanın bir diğer avantajı da elektrik ve sudan daha fazla tasarruf ediyorsunuz. Son bir yılda elektriğe ve suya yapılan zamları düşünürsek, konsantre deterjan kullanmanın gerçekten de iyi bir seçim olduğunu daha iyi anlayabilirsiniz. Ayrıca toz deterjanlara oranla konsantre deterjanlar doğaya daha az zarar veriyor. Çevreyi korumak için de alışkanlıklarımızı değiştirip, konsantre deterjan kullanmak artık farz oldu.

Çamaşır yıkayın, rahatlayın
Persil Jel’le birlikte yumuşatıcı olarak Vernel Max Parfüm İncileri kullanıyorum.Vernel’in Gül’ün Büyüsü, Deniz Esintisi, hassas ciltililer için Sensitive’i  ile Aromatheraphy Relax ve Sensual olarak beş çeşidi var. Benim favorim Aromatheraphy Relax. Hani şu ambalajı mor olan. Bu ürünün özündeki lavanta ve çiçek özleri beni rahatlatıyor, üzerimdeki stresi alıyor. Artık ne zaman çalışırken bunalsam, kendimi kirli sepetinin yanında buluyorum ve makinayı doldurup, 40 derecede çalıştırıyorum. Çamaşırlar bitene kadar evi altını üstüne getirip, temizlik yapıyorum. Bütün işler bittiğinde yorgunluktan üzerimde stres falan kalmıyor. Çamaşırları asarken, deterjanın ve yumuşatıcının etrafa yaydığı koku beni iyice keyiflendiriyor.

Siyah ve gri çamaşırlar için Perwoll Siyah Sihir
Deterjan markaları rekabette “beyazlığa” yoğunlaştığı için bu da beraberinde deterjanların formüllerinde daha fazla ağartıcıların kullanılmasına neden oldu. Deterjanların içinde yoğun olarak kullanılan ağartıcılar nedeniyle siyahlar ve renklilerde renk kaybı görülmeye başlandı. Bu durum nedeniyle de artık tek tip deterjan kullanmak yeterli olmamaya başladı. Beyaz ve renkliler için rahatlıkla tek bir deterjan yeterli olurken, siyahlar için muhakkak farklı bir ürün kullanmak durumunda kalıyorsunuz. Bu ürün de haliyle Perwoll. Açıkçası ben Perwoll’ü deterjanla kullanılan, yardımcı bir ürün olarak algılıyordum. Meğer öyle değilmiş. Perwoll tek başına siyah ve gri çamaşırları yıkamakta kullanılıyormuş ve işin en güzel tarafı yeni formülüyle rengi açılan siyah çamaşırları yeniden simsiyah yapıyor olması. Bu deterjanın seveceğiniz bir başka özelliği ise kıfafetlerin üzerinde biriken ipliklerden sizi kurtarması yani tiftiklenmiş kıyafetlerinizi traş bıçağı ile kazımaktan kurtuluyorsunuz.
Saçlarını “Omo Matik”le yıkayan adam
Geçen akşam arkadaşım Handan, kız kardeşi Nalan’ı da alarak bana misafirliğe geldiler. Havadan sudan konuşurken birden konu döndü dolaştı benim ilginç testlerime geldi. Bizim kızlar dururlar mı hiç, bombayı patlattılar: Enişteleri saçlarını “Omo Matik”le yıkıyormuş. Nasıl olur, olmaz öyle şey falan derken, anlattıkları daha absürd hikayelerden sonra çaresiz inanmak durumunda kaldım. Sağlıklı bir insan saçlarını çamaşır deterjanı ile nasıl yıkar hala akıl sır erdiremiyorum o ayrı…

“Zamane kızları ve anneleri”ni kurtlar yemiş
Kırmızı başlıklı kızın hikayesini bilmeyeniniz yoktur. Hani bir Kırmızı Başlıklı bir kız vardı, büyük annesini kurt yemişti. Test için reklamlarda görüp de acaba nasıl bir deterjan diye ettiğim  Bingo çamaşır deterjanı ve Bingo Soft hakkında mini bir araştırma yapayım dedim ama kimse Bingo kullanmıyor. Sosyal medyada neredeyse sormadığım kimse kalmadı.  Halbuki markanın reklamları pek bir sevilmiş, Zamane kızı Sinem Kobal ve annesi Nuray Kobal’ın temizlik maceraları alışveriş merkezlerinde yapılan etkinliklerle devam etmişti. Sanırım Zamane kızı ve annesini kurtlar yemiş. Çünkü pazarın liderleri halen Ariel, Persil, Omo Matik ve Alo Matik.

Komşulara, arkadaşlara ve eşe-dosta “çamaşırları nasıl yıkadıklarını” sordum. İşte Türk insanının çamaşır yıkama alışkanlıkları…

Annem: Çamaşırları yıkarken Ariel kullanıyorum. Diğer deterjanlara göre pahalı ama temizliğinden memnunum. Renklileri ve beyazları 50 derecede yıkıyorum. Ayrıca beyazları yıkarken biraz da Ace Bahar kokusu ilave ediyorum. Deterjanımdan memnunum, herhangi bir sorun yaşamıyorum.

Aysel ablam: UKM marka deterjan kullanıyorum. Fabrikasından geliyor bana. Aynı zamanda aynı markanın yumuşatıcısını 
kullanıyorum. Nilüfer kokulu. Sanayi tipi deterjan bu bahsettiğim. Eşimin arkadaşının fabrikası üretiyor. Bazen bu firmanın yumuşatıcısı kalmadığında Yumoş aldığım oluyor ama memnun kalmıyorum.

Ayşe ablam: Alo Matik Konsantre toz deterjan kullanıyorum. Ambalajı turuncu olan. Yeni çıkan üründen. İçinde lacivert, turuncu, kırmızı toplar var. Kokusu çok güzel. Çamaşırları yıkarken yarım ölçek koyuyorum, sonuçtan çok memnunum. Kokusu ve verdiği yumuşaklık çok hoş. Yumuşatıcı olarak da Yumoş kullanıyorum. Beyazlarda leke olduğunda 40 derecede çıkarıyor. Geçen gün çarşafları yıkadık, kızım Emine diyor ki “Anne miss gibi kokuyor”. Yumuşatıcı olarak çiçek bahçesi Yumoş kullanıyorum. Kalıcı parfüm özellikli. Müthiş güzel kokuyor. Renklileri de beyazları da güzel yıkıyor. Renklileri soldurmuyor. Siyahları soldurmamak için deterjanı daha az kullanıyorum. Kızımın kitabında çamaşırları çok kirletmeden yıkamayın, çevreyi korumak için daha az deterjan kullanın diyor. Fazla deterjan kullanmanın yararı değil, zararı var. Beyazları sadece yüksek derecede yıkıyorum. En fazla 60 derecede yıkıyorum beyazları. Fazla sıcakta yıkadığımda çamaşırların lastikleri eriyor ve çok kırışık oluyor.  Arada başka deterjanlar da deniyorum ama memnun kalmıyorum.

Arkadaşım ve  doktorum Selmin: Persil Sıvı kullanıyorum. Performansından gayet memnunum, kokusu da çok güzel :) ) Deterjan tozuna karşı alerjim olduğu için sıvı deterjan tercih ediyorum. Fiyatına dikkat etmedim, muhtemelen toz olanlardan daha pahalıdır ama alerji durumumdan dolayı buna aldırmıyorum.

Apartman görevlimiz Sadık Efendi: Tursil kullanıyorum. Hem ekonomik hem de fena yıkamıyor. Markete gidiyorum, en ucuz Tursil olduğu için bu deterjanı kullanıyorum.  Bana göre en ucuz ve en kaliteli deterjan. Lekeleri çıkarıyor, deterjan kalıntısı bırakmıyor. Kokusu da normal. Beyaz ve renklileri temiz yıkıyor, siyahları soldurmuyor. Son zamanlarda reklamlarını görmüyorum ama bence buna rağmen hala tercih ediliyor. Tursil’le çamaşırları yıkarken çamaşır suyuna ya da yumuşatıcıya gerek duymuyorum. Tek başına kullandığımda sonuçtan memnunum.

Arkadaşım müzmin bekar Cüneyt: Evde tek başıma olduğum için çok sık çamaşır yıkıyorum. Makineyi çabuk dolduramıyorum. Az da olsa çamaşırlarımı Alo Matik Konsantre ile yıkıyorum. Normalde makinem 7 kg çamaşır almasına rağmen, ben 1,5 kilodan öteye geçemiyorum. Çamaşırlarımı yıkarken yumuşatıcı olarak Vernel kullanıyorum. Beyazları yıkarken ayrıca Kosla Oxygen kullanıyorum. Renklilerde tertemiz ve rengarenk olan çamaşırlarım, beyazlarda ise kar bembeyaz kar gibi çıkıyor.

Sydney, Australia’da yaşayan arkadaşım Dilek : Ben Radiant kullaniyorum. Ariel normalde tercihim fakat burada satilmiyor malesef. Kokusu gayet guzel ve anladigim kadariyla guvenilir ve tercih edilen bir marka. Sonucundan da gayet memnunum.

Özden: Ben yıkamıyorum cicim, kadın yıkıyor.

Tuğba: Daha evlenmedim canım, çamaşır yıkamıyorum. Çamaşırları annem yıkıyor. Sanırım Ariel kullanıyor.

Murat abinin eşi: En ucuz hangisiyse eşim onu kullanıyor. Bulaşıklar için Desto, el sabunu Bherry, katı sabun Işıl,  yüzey temizleyici olarak da Aks kullanıyor. Yani genelde Bim markaları. Çamaşır suyunda ise tercihini Güldal markasından yana kullanıyor. Çamaşırlarını ise Omo ile yıkıyor.

Friday, September 03, 2010

Referandumda yeni anayasa paketine "Evet" mi demeli "Hayır" mı?


1982 yılında Türkiye’de halk onayı ile kabul edilen ve birçok değişiklikle  günümüze kadar da geçerliliğini sürdüren anayasamız, 12 Eylül tarihinde tekrar halk oylamasına sunulacak. Ancak vatandaşlar şaşkın, Anayasa paketinin içeriğinden kimse haberdar değil. Liderler meydanlarda neden Evet ya da neden Hayır diyeceğimizi açıklamak yerine, sürekli birbirleriyle çatışma halinde. Kimilerine göreyse Türkiye uçurumun eşiğinde…
Hayatımızı kökten değiştirecek bu anayasa paketi için biz de Referandum öncesi oylarımızı kullanmadan, bir bilene danışalım dedik ve işin uzmanı İstanbul Aydın Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi Başkanı Z.Banu Dalaman’la görüştük…
Banu Hanım biraz sizi tanıyabilir miyiz?  Kadınlar siyasete pek meraklı olmaz ama sizdeki merak nereden geliyor öğrenebilir miyiz?
Aslında siyasetle pek meşgul bir ailede yetişmedim. Genelde ailedeki siyasetçiler etken olur kadınların siyasete atılmalarında. Gerçekten de aktif siyasette kadın kimliğinizle erkek hakim bir yapıda ayakta kalmanız çok zor bir durum.  Parti içyapılarını incelediğiniz zaman tüzüklerinde hep kadından yana pozitif ayrımcılıktan, kadın kotalarından bahsedilir. Ama bu mertebeye ulaşabilmek için çok uzun ve zor yollardan geçmek gerekiyor. O yüzden de aileden hami niteliğinde birinin siyasette olması kadınların işlerini kolaylaştırıyor. Rahmetli dedem Ahmet Veral 46 demokratlarından, Kırklareli Demokrat Parti kurucusu, ama çok genç yaşta vefat ettiği için kendisi bile etkin siyaset yapamadan aile siyaset uzaklaşmış.
Siyasetle üniversite yıllarında ilgilenmeye başladım ama araştırmacı gözüyle. 1994 yerel seçimlerinde ki o dönem Boğaziçi sosyoloji son sınıftaydım ve Prof. Dr. Nilüfer Göle’nin asistanlığını yapıyordum. Mahalle mahalle gezip anketler yapıyordum tamamen bir ödevim için. O dönem dev Pr şirketleri Zülfü Livaneli’nin kesin İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığını kesin ilan ederken, ben kendi çapımda yaptığım küçük anketlere kokuyu alabilmiş, R. Tayip Erdoğan’ın belediye başkanı olacağını söylemiştim. O zamana kadar Paris’te karşılaştırmalı edebiyat yüksek lisansı yapmayı hayal ediyordum. Ancak, Nilüfer Hanım o dönem sen çok iyi hissediyorsun siyasi ve toplumsal olayları politika okuyacaksın dedi. Hayatımın yönünü değiştiren ilk olay budur. İkincisi ise Galatasaraylı büyüklerimin bir düğünde tesadüfen karşılaştığımız Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül ile tanıştırmaları ve kendisine danışmanlık yapabileceğimi söylemeleri ile oldu. Sn. Sarıgül beni gördüğü ilk anda bence bu kariyerle Banu Hanım ileride ya belediye başkanı ya milletvekili olmalı dedi. 2 yıl danışmanlığın ardından hakikaten benim DSP Beyoğlu Belediye Başkan Adayı olmama vesile oldu. Beyoğlu Belediye Başkan adaylığı kimlerine göre yanlış bir karardı, imkansızı denemiştim. Kimilerine göre Sn Sarıgül beni siyaseten bitirmek için aday yapmıştı. Ama benim açımdan çok iyi bir saha çalışmasaydı. Aktif siyasette yer almak istersen doğru parti ve doğru zamanı yakalarsam gerçekten çok başarılı olabileceğimi gördüm. Kendime güvenim geldi.

Mevcut anayasa neden değiştirilmek isteniyor?
12 Eylül ürünü 82 anayasası askeri darbe sonrası uygulamaya geçirilmiş anti-demokratik bir anayasadır. O günden bugüne 16 defa 85 maddesi değiştirilmiştir. Günümüz koşullarına uygun olmayan, iç tutarlılığını kaybetmiş bir anayasa ile Türkiye’nin daha fazla yönetilemeyeceği ortadadır. Bu noktada “sivil” bir anayasanın hazırlanması gereklidir.

Yeni anayasa paketinin kapsamından bahsedebilir misiniz?
Değiştirilmek istenen 26 maddenin ana başlıkları; Bireysel Haklar ve Özgürlükler, Yargı, Çalışma Hayatı ve Ekonomi. Bu anayasa değişiklik paketi ile yargı üzerinde bir cerrahi operasyon yapılacaktır. Bunu HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısı ile ilgili maddelerde ve askeri mahkemeler ile ilgili düzenlemelerde görebiliyoruz. Esasında Türkiye’de yürütmenin önünü tıkayan bu noktalardaki kronik problemlerin bir şekilde çözüme kavuşturulması gerekmekteydi de. Olumlu diğer yanları; kadın hakları, çocuk hakları, memurların hakları, özel hayatla ilgili madde, yurt dışına çıkışla ilgili düzenleme, ombudsmanlık getirilmesi söz konusu. Paketin olumlu yanları vardır. Mesela, YAŞ’taki ihraç kararlarına yargı yolunun açılması mühim bir gelişmedir. Paketin gözlemlediğim olumsuz yanları mevcuttur. Siyasi partiler kanunu, seçim kanunu, seçim barajı, dokunulmazlıklar, başörtüsü meselesi, YÖK sorunları olduğu gibi durmaktadır. Ve böylesine hayati ve toplumu yakından ilgilendiren bu konularda maalesef bir değişikliğe gidilmemektedir.

Türk siyasi tarihinde sizce 12 Eylül tarihi neyi ifade ediyor? Referandum tarihinin 12 Eylül’de olması ne gibi sosyal mesajlar içeriyor?
12 Eylül askeri darbedir, kurunun yanında yaşın da yanmasıdır. 12 Eylül 1980 darbesi, etkisi hala süren, şimdiki siyasal ve toplumsal durumumuzu şekillendiren tam bir milattır. Türk siyasal sisteminin üzerinden silindir gibi geçmiş sadece siyaseti değil, bütün kurumları ortadan kaldırmıştır. 12 Eylülcülerin darbelerine gerekçe hazırlamak için birçok provokasyonla gençleri birbirlerine kırdırmaları, topluma ölümü gösterip sıtmaya razı etmelerinin dehşetengiz psikolojik etkisi, 12 Eylül Anayasası referandum sonuçlarına da yansımış, halk darbecilerin elinden zorla aldığı kısmi demokratik günlere bir an önce dönebilmek için çok yüksek oranda “evet”le anayasayı onaylamıştır. 12 Eylül kutuplaşmaya yol açmış, darbenin üzerinden silindir gibi geçerek oluşturduğu sindirilmiş toplumu siyasetten korkar hale getirmiş ve ve bireylerin varlık olduklarını fark edebilmelerine neden olacak iki ayrı cemaat oluşturmuştur. Kışla cemaati ve cami cemaati. Bireyler farkındalıklarını tercihlerine göre buralarda bulmakta ve doğal olarak da toplumsal karar alma süreçleri buralarda şekillenmiş ve sonrasında da siyasilerin oy depoları olarak bu iki kitle görülmüştür.
12 Eylül’de bu paketin halkın önüne gelmesi konusunda herhangi bir sosyal mesaj olduğunu düşünmüyorum.


Bir kadın siyasetçi olarak, referandumda oy kullanacak vatandaşlara önerileriniz nedir? Sizce EVET mi demeliyiz bu Anayasa Paketi’n yoksa HAYIR mı?
Bir defa öncelikle şunu belirtmek isterim mutlaka ama mutlaka vatandaşlık bilincinin gereği olarak herkes sandık başına gitmeli, hakkını aramalı ve tavrını ortaya koymalıdır. 12 Eylül yitirdiklerimizi, yitirdiğimiz büyük bir kuşağı, toplum olarak kurtarıcı diye bize kendilerini sunanların postallarıyla üzerimizde gezinmelerini hatırlama vakti. Hatırladıkça düşünme, düşündükçe daha insana yakışır, daha özgür ve demokratik bir ülke adına umutlanma vaktidir.

Referandumdan sonra Türkiye’de neler değişecek?
Cami cemaati ve kışla cemaati ayrımının kırılacağı, ortadan kalkacağı yegane zamanın bu referandum sonrası olacağını düşünmekteyim. Evet oylarının yüksek oranda çıkması bu cemaatleşme paradigmasının ortadan kalkacağına işaret etmektedir. Bugün bile siyasi partilerin evet/hayır oyu isteme süreçlerini incelediğinizde, bu paradigmanın hala ne kadar geçerli olduğunu göreceksinizdirSeçmen tavrını kendi cemaatine göre belirleyecek ve her türlü vesayetten kurtulmanın yolu 12 Eylül 2010 tarihinde olacaktır. Millet bunu oylayacaktır. Her ne kadar liderlerin, partilerin yarıştığı bir referandum gibi olduğu görünse de aslında esas yarış bu evet ve hayır oyları arasında olacaktır. “Evet” ve “Hayır”lar ise 12 Eylül 1980 bombardımanının yaptığı büyük savrulmadan sağ kalabilen iki cemaat arasında paylaşılacak. Bu referandum hayatidir ama son çare değildir. Toplumsal mutabakatın sağlandığı yepyeni bir anayasanın günümüz koşullarına uygun şekilde hazırlanması gerekmektedir. Özellikle 2011 Mayıs-Haziran aylarında olmasını beklediğim genel seçimler sonrası ise bunun için en ideal zamandır.

Sizce partilerin konuya yaklaşımı nasıl olmalı? Liderlerin konuyu ele alış biçimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ak Parti’nin propaganda araçlarını etkin kullandığını gözlemliyorum. Özellikle internet mecralarını da çok etkin kullanıyorlar. Bunun yanında içerik olarak ise bir yanlış yapıyorlar. O da şu; referanduma “evet” oyu verenler Ak Parti’li vermeyenler değil gibi bir algı oluşturuluyor son zamanlarda. İlk zamanlarda böyle bir kurgu yokken zaman içinde böyle bir hataya düştüler. Burada yapılması gereken ortak bir payda söylemi gerçekleştirebilmektir. Evet oylarında beklentilerinin altında bir oran ile karşılaşırlarsa ilk incelemeleri gereken konu bu yanlış stratejidir.
CHP ise kesinlikle referandum ekseninde söylem üretmiş (“Hayırda hayır var”) ama içini dolduramamıştır. Meydanlarda “neden hayır?” sorusunun cevabını vermekten ziyade buğday, tütün, elma fiyatları ekseninde belli bir kesime yönelik olagelen sorunları konuşmaya devam etmekte. Propaganda araçlarını kullanım ise oldukça zayıf bir ana muhalefet partisine göre.
MHP bu referandumun en şaşırtıcı partisi oldu bana göre. 12 Eylül’ün mağduriyetini en çok yaşamış bir kitlenin mensuplarını bünyesinde barındıran MHP neden hayır dediğini toplumla buluşturamayıp etkin propaganda yapamamakta. Ülkücü gençleri provakatif eylemlerden uzak kalmaları konusunda sokaktan geri çekmeyi başarılı şekilde gerçekleştiren MHP’nin referandumda sokak sokak bu gençlerden faydalanamayıp propaganda yapamaması da vahim bir durum.
Referandumun en çarpıcı ve belirleyici konumundaki partisi Saadet Partisi. Gençleri ve kadınları etkin şekilde kampanyasında aktif etmiştir. Ki SP ne iktidardır ne de mecliste temsili bulunan bir partidir. Buna rağmen “Şimdilik Evet” kampanyası hem referandum sürecindeki hem de sonrasında olması gereken süreci en anlaşılabilir anlatan kampanya. Olaylı SP kongresini de yaşamasına rağmen referandumdan ne istediklerini, ne anlaşılması gerektiğini oldukça başarılı olan kendi yöntemleriyle anlatmaktalar. Hem referandumda hem de sonrasında SP’ye ve onların çözüm önerilerine özellikle dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

AK Parti’ye çoğu kesim tarafından yoğun bir tepki var ve yeni anayasa paketi de AK PARTİ ANAYASASI olarak adlandırılıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sizce Ak Parti için yapılan eleştiriler haklı mı?
Bu tepkiyi gösterenlerin daha önce de mevcut anayasanın değiştirilmesi gerektiğini dile getire getire 85 maddesini kendi anlayışları doğrultusunda bölük pörçük değiştirdiklerini göz ardı etmemek lazım. “Ben ne dersem o!” anlayışını sürdürmeye devam edenlerin bu paketi böyle değerlendirmeleri mümkün. Kaldı ki Anayasa yeniden kaleme alınmıyor. Bireysel Hak ve Özgürlükler, Yargı, Ekonomi alanında olması gereken değişiklikler yapılıyor. Başbakan’ın son zamanlardaki söylemlerinden de anladığımız bu paket değişikliği ilk adım. Esas ve güçlü değişim 2011 seçimleri sonrasında olacak. Buradan da anladığımız ciddi bir özgüven yüksekliği. 2011 seçimlerinin galibi olduğunu şimdiden ispatlarcasına söylemlerini oluşturuyor ve millette güven duygusunu arttırıyor.

Yeni bir anayasa hazırlanırken süreç nasıl olmalı? Kimlerin bilgisine başvurulmalı?
Vesayetten millet egemenliğine geçişin sağlanacağı yeni bir anayasa değişikliği şarttır. Bu güne kadar toplanan tüm TBMM’lerin en demokratik, en katılımcı ve temsil kabiliyeti en yük-sek meclisi I. Meclistir. Bugün uzlaşmaz kesimler olarak görülen İslamcılarla batıcılar, Türklerle Kürtler, Alevilerle Sünniler kendi farklılıklarını koruyarak tek bir hedef etrafında toplandılar: “anti-emperyalist” duruş. I. Meclis, millet adına yasama-yürütüme ve yargı erkini kendinden toplamış ve gerçek anlamda asli kurucu meclis olmuştur. Bugüne kadar süregelen en büyük hata devletin anayasası mantığı ile hareket etmektir. Oysa aslolan millettir ve devlet millet için vardır. Türkiye’de önce 1960 darbesi ile sistematize edilen ve daha sonraki tüm darbelerde geliştirilen “vesayetçi sistem” temelde millete ait olan egemenliği asker-sivil bürokrasi ile paylaşmayı hedef almaktadır. Bunun arkasındaki temel düşüncede millete duyulan güvensizliktir.
Milletin yegâne temsilcisi TBMM’dir. Fakat sorun TBMM’nin millet ne kadar temsil ettiğidir. Mevcut baraj sistemi, siyasi partiler yasası ve siyasi parti örgütlenmesi TBMM’nin temsil kabiliyetini zayıflatmaktadır. Nasıl ki, askeri darbeler milli iradeyi tamamen yok saymakta ise baraj sistemi ve siyasi partiler düzeni de milli iradeyi kısmen yok saymaktadır. Örneğin 2002 seçimlerinde seçmenin yüzde 26’sının oyunu alan AK Parti Meclis’te yüzde 66 oranında çoğunluk elde edebilmiştir. Aynı seçimde geçerli oyların yüzde 45’i, seçmenin de yüzde 60’ı Meclis’e yansımamıştır. Temsil kabiliyeti bu kadar düşük bir meclis bürokratik oligarşiye karşı milli iradeyi koruyamaz.
Siyasi partiler de aynen bürokratik oligarşi gibi parti içi bürokrasiye mahkûm olmuşlardır. Parti üyeleri ile delegelerinin Genel Merkez üzerinde belirleyiciliği yoktur. Merkeziyetçi, bürokratik parti yapılanmaları 12 Eylül rejiminin dayattığı siyasi partiler yasasının bir sonucudur. Bir ülkedeki siyasal topografyayı anayasa, meclis içtüzüğü, siyasi partiler yasası ile seçim sistemi belirler. Bu dört metin bürokratik oligarşinin vesayetçi döneminde üretilmiş ve temelde halkı siyasetin paydaşı yapmamayı esas almıştır. Siyasal sistem öncelikle kendi içinde demokratikleşmedikçe, ülkenin siyasal sisteminin demokratikleşmesi mümkün değildir.
Millet egemenliğini sağlamanın bundan başka yolu yoktur. Bunun için yeni, çağdaş, özgürlükçü, katılımcı, çoğulcu demokratik bir anayasa zorunlu ve atılacak ilk adımdır. Mesele anayasadaki metinlerden ziyade anayasanın ruhudur. Türkiye’deki mevcut anayasanın maddeleri üzerine tek tek tartışmaktan ziyade esas yapılması gereken cumhuriyetin bütün vatandaşlarını eşit ve özgür yurttaşlar haline getiren bir anayasa yapma sürecini başlatmaktır. Anayasa Meclisi oluşturulmalı ve toplumsal mutabakata dayanarak oluşturulan anayasa taslağı, anayasanın kendisi olmayacak, taslak mevcut TBMM’ne iletilerek hayata geçirilmelidir.

Türkiye’de etkin bir muhalefet partisi olduğunu düşünüyor musunuz? Bu süreçte muhalefet partilerinin üzerine düşen görev ve sorumluluklar nelerdir?
Ülkemizin en büyük açmazlarından birisi de maalesef muhalefetin yetersizliğidir. Gelişmiş demokrasilerde muhalefet neden vardır, parlamenter rejimlerde ne işe yarar? Ülke daha iyiye, daha güzele, daha ileriye gitsin diye proje üretir plan üretir. Muhalefet bunu yapar. Ülkenin meseleleri konusunda katkı sağlar. Yapıcı eleştiri üretir. Ama bu güne kadar ne CHP’de ne de MHP’de bu yapıcı üsluba rastlamak mümkün olmadı. Yer yer CHP’leşen bir MHP yer yer MHP’leşen bir CHP ile karşılaştık. Her iki partiden iktidar adayı bir söylem maalesef gelmedi. Daha çok yerlerini sağlamlaştırma eksenli politikalar ürettiler. Ama onun da iflas edeceği bir zaman var. Nitekim o vakitte yaklaşıyor. CHP lider değişikliği ile bu döneme hazırlanmak istedi. MHP’de ise o noktada bir umut görünmüyor.

Son olarak çoğunluğu HAYIR oyu vermeye davet eden Kemal Kılıçdaroğlu’nu bir lider olarak değerlendirebilir misiniz? Kemal Bey seçimde başbakan olabilir mi?
Kemal Bey yerel seçim öncesi ve sırasında yıldızı parlayan bir milletvekili olarak halkta büyük bir sempati topladı. Kaset skandalı sonrası (bana göre büyük bir handikaptı) partinin başına geçti. Bu herkeste ciddi merak ve ilgi de uyandırdı. Partiye de yansıdı bu enerji. Lakin geldiğimiz noktada Kemal Bey ciddi iletişim hataları yaptı ve partinin gerçek lideri olmadığını kanıtlarcasına çok fazla söylem ve icraatta bulundu. Akşam söyledikleri sabah parti genel merkezince geri çekildi. Doğal olarak toplumda büyük bir hayal kırıklığı oluşturdu. Hala geç değil bu durumun düzelmesi için. Ama bu yönde atılan adımları görmek gerçekten çok zor. Yeni bir anlayış bekleyenler, kapıların açılmasını ve herkesin kucaklanacağını düşünenler aynı mantıkla hareket edildiğini görerek beklemeye başladılar yeniden. CHP’deki lider değişikliği meşhur Kanlı Osman Köyü hikayesine benzedi biraz da. Köylü köyün isminden memnun değil, isim değiştiriliyor Kanlı Osman gidiyor Şanlı Osman oluyor. Köylü yine memnun olmayınca sebebi sorulduğunda “efendim Osman Osman olduktan sonra ha kanlı olmuş ha şanlı ne fark eder” demişler. CHP’de de zihniyet yerinde durduktan sonra Kemal Bey’in yapacakları da sınırlı oluyor haliyle.

BANU DALAMAN ÖZGEÇMİŞ
1969 Kırklareli doğumlu. 1980 yılında Galatasaray Lisesi’ne girdi. Yüksek öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü nde tamamlayan Dalaman, bu dönem burada asistan olarak çalıştı. Mastırını Paris Siyaset Bilimleri Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Ortadoğu Politikaları Bölümü’nde tamamladı. Yeditepe Üniversitesi Soysal Bilimler Enstitüsü Uluslararasıİlişkiler ve Siyaset Bilimi Bölümü’nde doktora çalışmalarını sürdürmektedir.
İyi derecede İngilizce ve Fransızca bilen Banu Dalaman, daha önce Bahçeşehir Üniversitesi’nde sosyoloji dersleri verdi. Halen İstanbul Aydın Üniversitesi Siyasal Bilimler ve Uluslar arası İlişkiler Bölümü öğretim üyeliğinin yanı sıra Türkiye Araştırmaları Merkezi Başkanlığı görevini yürütmektedir.
2008-2009 yıllarında Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün siyasi danışmanlığını yapan Dalaman, 2009 yerel seçimlerinde DSP Beyoğlu Belediye Başkan Adayı oldu. Galatasaray Spor Kulübü kongre üyesi, Galatasaray Lisesi Mezunlar Derneği ve Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği üyesi olan Banu Dalaman, iki çocuk annesidir.
Röportaj: Nurhan Demirel